31 Mayıs 2013 Cuma

BILIM VEREBILENDEN ALINIR

“Diye Geldi Aklıma…”

epistemoloji 593Konuştuğunda etrafına bir ışık zerresi bile saçamayan bir astroloğun, (uzay-zaman ve fizik-metafizik bahislerinin tema edildiği bir tartışma platformunda) kendisine Kuran’ı rehber edinmiş, gerçeği haykırma gayretinde ve dünyevi ilmiyle de parıl parıl parlayan bir fizik-felsefe sentezcisine, bir bilim felsefecisine kalkıp da “Şüphesiz güzel konuşuyor ve avamın ilgisini çekecek şeyleri söylüyorsun. Ama burada senin ne işin var ki! Ben fizikçileri, gerçek (!) bilim adamlarını dinlemek istiyorum. Senin söylediklerin internet bilgisinden öteye geçmiyor” gibi bir şeyler söyleyerek saygısızca sözünü kestiğine üzüntüyle şahit oldum. “Rahatsız olunan nedir” diye düşününce, teşbih değil ama aklıma Şuayb peygamberin hali geldi…
Hud 91 «Ey Şuayb» dediler. «Senin söylediklerinin çoğunu biz ‘kavrayıp anlamıyoruz’. Doğrusu biz seni içimizde zayıf da görüyoruz. Eğer yakın çevren olmasaydı, gerçekten biz seni taşa tutar öldürürdük. Sen bize karşı güçlü ve üstün değilsin.»
İşte o sırada; köhnemişliğin, suyun başına geçme heva ve hevesinin, doğru söyleyenin dokuz köyden kovuluşunun, hurafenin, müşrikliğin, infak etmeyişin, paylaşmayışın ve benzerlerinin, aynen din diye atalar dinine sarılışta olduğu gibi, müspet ilmin yerine atalar ilmi sofrasının da var olduğunu hissettim. Atalar dinine inananların “din budur” diye hurafeye sarılışları gibi, o astroloğun fiziğe bu sahip çıkışı; siz okumayın, öğrenmeyin, biz ya da bizim gibiler size anlatırız firavunluğu gibi geldi bana. Üstelik bir yandan “hoş bilgiler söylüyorsun” diye itiraf ederken cahil adam, Musa’yı düşündüm. Firavunun kendi sihirbazlarını çağırtması gibi hissettim söylenenleri…
Araf 109,110 Firavun toplumunun kodamanları şöyle konuştular: “Bu adam gerçekten çok bilgili bir büyücü.” Firavun: “Bu adam, dedi, “sizi yerinizden yurdunuzdan etmek peşinde! Görüşünüz nedir bu konuda?”
Anlaşılır dilde anlatılanlar internet bilgisi diye yaftalanarak küçümsendiğinde müşrik dindarlar gibi müşrik bilim adamları var olabilir mi diye geçti içimden. Anlatma kabiliyeti olmayan adamlar yıllarca anlatamamışken, doğrusuyla yanlışıyla kirlisiyle temiziyle tüm bilim ivmelenerek internete girmeye başlamışken, (başka hedefler güdülmüş olsa da) internet dünyevi bilimin teşbihen levhi mahfuzu olma yolundayken, çatık kaşlı kütüphane müdürlerinin kitap rantı ortadan kalkıyor da bu duruma isyan ediyorlar gibi geldi bana. Ulaşılamayan kitaplara ve kitaplar hakkındaki görüşlere herkes ulaşabilmeye başlarken, kendi akademik ders kitaplarını öğrencilerine fahiş fiyatlarla satan akademisyenleri de bildiğimizi hatırladım nedense. Gelirine ortak olmasın kimse diye ustanın sırrını, aşçının tükürüğünü, ressamın gizli renk tonunu, sihirbazın foyasını açıklamayışını hatırladım o anda. Yabancı dil eğitimini daha ucuza yurt dışında ve/veya konuşarak öğrenildiği anlaşılırsa birileri rantından olur diye düşündüm her ne ilgisi varsa!!! Bir bilim müşrikliği içinde de mi yaşıyoruz acaba diye vesveselendim. Acaba yanılıyor muyum diye sordum kendime. Astrolog kişi, fizik-felsefecisini küçümsemeye kalkarken birisi kalkıp astrolojiyi küçümseseydi ne olurdu dedim kendi kendime!!!
Nisa 51 Baksana o kendilerine kitaptan bir nasip verilenlere! Putlara, kâhinlere, şeytanlara, ne kadar batıl varsa hepsine iman ediyorlar ve yetmezmiş gibi, bir de kalkıp kâfirler hakkında “Onlar, Müslümanlardan daha doğru yoldadır” diyorlar!
İşte böyleleri infak etmeyenler midir diye bir soru geldi aklıma ardından. Kendileri anlatmazlar, anlatmak istemezler, anlattıklarında başka dilden anlatırlar, avam (ümmiler) anlamasın isterler. İsterler köle kalsın onlar da ben üstün bir makam edineyim bildiğimle. Yahudi din adamlarının Tevrat’tan gizledikleri geldi hatırıma. Düşünmeye başlayan adam tehlikelidir zannı vardı onlarda da. İsterler bilmez olsun onlar da, ben bileyim de hükmedeyim her daim. İnfak etmez onlar malından, mülkünden ve hatta, çok da olsa, az da olsa ilminden, biliminden. Üç kuruşluk bilimlerini bile birileri kendilerine saklar ve çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar bile başkasına vermez olabilirler miydi!
Nisa 53,54 Yoksa onların mülk’ten bir payları mı var? Eğer böyle olsaydı, insanlara ‘çekirdeğin sırtındaki küçücük bir tomurcuğu’ bile vermezlerdi. Yoksa onlar, Allah’ın kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? …
Gerçek ilim Allah’ın ilim verdiğindedir. Dolayısıyla bilim de bu yolla verilendedir, edinendedir; sahiplenende, bu benim diyende değil. İnfak ettikçe de doğası gereği çoğalır. Verenden, verebilenden alınır, sahiplenip gizleyenden değil. İnsanları sömürmek için “din bizimdir” diyenlerden “bilim bizimdir” diyenlere vardı düşünce ufkum. Dinden nemalananlar gibi bilimden de mi nemalananlar var acaba, diye geldi aklıma… Sonra düşündüm ki acaba’sı fazla…

PEYGAMBER SEVGISI

“Pabuç’un Düşünce Dünyası’ndan-2”

gül2İyi bakmak lazım ki iyi görelim değil mi? Peki ama doğru olmayan o kadar çok şey var ki iyi görmek için zorlasa da insan kendini başaramıyor iyi görebilmeyi çoğu zaman.
Kutlu Doğum Haftasındayız bir çok program düzenleniyor, Peygamberimiz anılıyor, O’nun hakkında bilgiler veriliyor, O’na olan sevgiler dile getiriliyor. Ben de bu gün onlardan birine davetliyim gideceğim inş. Canım davet etti gitmemek olmaz… Ve sordum: ”Bu hafta Peygamberimizin doğum gününü içinde barındıran bir hafta mı?” diye. Ki bunun cevabını biliyordum yine de sordum işte… Ve cevap güzeldi: ”Evet değil ama Peygamberin anılması kötü bir şey değil” Doğru haklıydı, Peygamberin anılmasında kötü olan hiç bir şey olamaz. Dünyaya anlatılması adına da güzel bir fırsat! Bu kısımda sorun yok ama ben yine dayanamayacam bir de olumsuz tarafından bakacağım yaptıklarımıza /yapmadıklarımıza..
Peygamberimizi çok seviyoruz ondan şüphem yok ama O’nu ne kadar anlıyoruz ve ne kadar örnek alıyoruz işte asıl düşünmemiz gereken bu. Sevdiğimizi düşündüğümüz Peygamberimizi ne kadar anlıyoruz hiç düşündük mü? Ya da şöyle sorayım; O’nu çok seviyorsak ve örnek de alıyorsak (!) dünyanın şu anki hali nedir? O’nu örnek alan ümmetsek neden dünyada Müslümanlar hep zulüm altında ve neden ümmetin çok az bir kısmı dışında hiç biri birlik olamıyor. Hem sevdiğimizden bahsedip hem de menfaatlerimiz yüzünden O’nun asıl örnek alınması gereken özelliklerini örnek almayıp sonra da seviyoruz demek ne kadar inandırıcı soruyorum önce kendime sonra herkese!
Peygamberimiz ”Din ahlaktır!” demiş neden onu uygulamıyoruz. Peygamberimiz ”Size Kur’anı Kerim’i bırakıyorum ona uydukça yolunuzu şaşırmazsınız” dediği halde Kur’anı okuma zahmetinde bulunmayışımızı nasıl izah edebiliriz. Hala okumuyor, ahlakımızda da yaralar bereler varsa nasıl sevmekten bahsediyoruz! Dünyadaki zulüm altındaki kardeşlerimizi kurtaramıyorsak onlara destek olamıyorsak sevgiden nasıl bahsediyoruz! Evet seviyoruz da çok büyük eksikliklerle seviyoruz sanki!.. Adaletsizlik, faiz, haksızlık, tolerans/torpil/iltimas, sahtekarlık, işimize geldiği gibi dini yaşamak, yükselmek için ezmek, işi ehline değil de yandaşına vermek, bizden olmayanları dost edinmek, komşusu açken bunu aklına bile getirmemek, kul hakkını masal sanmak gibi her türlü hatayı bilerek yapmaya devam ediyorsak ve bir süre sonra bunları da bir kılıfa sokuyorsak hangi sevgiden bahsediyoruz !
Çok da karamsar olmak istemiyorum belki toplu olarak aynı ses olamıyoruz ama yine de büyük bir aşkla Peygamberini ve Dinini seven ve ömrünü bu uğurda geçiren insanlar var. Rabbim onlardan olmayı nasip etsin, kuru kuru seviyorum deyip örnek almayanlardan olmak riyanın büyüklerinden çünkü! Peygamberi örnek almak Kur’an gibi yaşamak diye biliyorum; yanılıyor muyum ? Canlar canı ömrünü Kur’anı yaşayarak geçirmiş; O Kur’anın canlı örneği olmuştur tüm insanlığa… Bizden de başka hiç bir şey istememiştir; Allah yolunda ömürden başka… Menfaatlerimiz yolunda değil !….
Ben cahil biriyim; ara ara kendi kendime düşündüklerimi paylaşıyorum işte! Tabi ki ben de çok ama çok seviyorum Canlar Canı’nı ama tüm eksikliklerimi hatalarımı düşününce çok üzülüyorum/utanıyorum O’nu gerçekten örnek alamayışım yüzünden…
Her olumsuzluklar kadar olumlu şeyler de vardır şüphesiz; dünya bir denge üzerine yaratılmış çünkü..
İnsan işte eksikleriyle insan

Bir Söz..

Kulun kalbi Rabbine erince 
Rabbi onu kimseye muhtaç etmez. 

Abdülkâdir Geylânî

YILDIZLAR SÖNDÜRÜLDÜĞÜ ZAMAN

“Mürselat’ı (Gönderilenleri) Düşünürken”

when the lights go down stars fallingEstiğinde o… her demde rüzgârlar… bir kavak pamuğuna binip gitmek gibi heyecanla… kahırdan değil… sevinçten ağlayanlardan olmak var. Ve görmek var… yeni bir doğuşla doğacak müjdeyi… Kalplerde filiz verenlerin, sonuna kadar bir haklı çınar olduğunu… Satürn’e kadar… Atbaşı galaksisine kadar… On üzeri on dokuza kadar… “İşte bu! Şükürler olsun! İşte bu!” diye haykırarak ve onurunla bir kez daha reddedilemeyecek şekilde kanıtladığın, o güne ulaşmak var. Verilmiş sözü, sözleri değil… Söz Veren’i… iliklerin ötesinde, kalplerin en derininde, gözlerin en güzeliyle ve hislerin en hislisiyle hissetmek var. Hissettiğin zaman…
Ama estiğinde o… her başka demde rüzgârlar… düşüp devrilenlerden olmak da var. Şaşkınlık ve dehşetle uyanmak da var. Özürlüler olarak, özürler üstüne özürler dileyebilmekten özürlü olmak da var. On üzeri eksi on dokuzdan gelen keskin bir sesle… “Geçtiii” diye işitmek de var. “Bundan haberim yoktu” diyebilmekten men olunmak da var. Ay güneş bir olup geçip giderken… yıldızlar silinip süpürülürken… bir katre ateşböceği kadar ışığın olmadan karanlıklarda kalmak… gök yarıldığında aşağı… yer yarıldığında yukarı… dağlar yürütülürken sağa sola kaçamamak… denizler kaynatılırken öteye beriye kulaç atamamak da var. Hissetmek istemediğin zaman…
“Ben yalanlamadım ki” desen de “düşünmedin de bilemedin” denirken anlayıp da hüsrandan… ya da “buyur” edildiğinde… “neyim bu lütfa layıktı” diyerek… sevinçten ağlamak da var. Başına kuşların çamur yağdırdıklarının… sesle darmadağın edilmişlerin… helak dalgalarıyla boğulmuşların… tufanlar altında kalmışların… lavlar arasında taşlaşmışların… tapınılmış olup da azmışların… ve aklını kullanmamışlıkla hüsrana uğramışların peşine takılıp da… üç çatallı gölgeye gitmek de var… Ayakları yere değmeden koşanlarla… yükselip alçalıp huzurla süzülenlerle… tapınılmış olup da tapınılmayı reddedenlerle… ve aklını kimseye teslim etmeyenlerle arkadaş olup… mutlulukla ve kol kola uçmak da var. Bütün gözler, zamandan koptuğu zaman…
Şimdi yap, yapmakta geç kalmış olacaksın… Şimdi söyle, söyleyemeyeceksin… Şimdi gör, görmek işine yaramayacak… Şimdi sev, sevmekte geç kalacaksın… Şimdi anla, anlamak için çok geç olacak… Şimdi oku, okumak fayda vermeyecek… Şimdi ara, arayıp da bulamayacaksın… Şimdi sor kendine, sorulacaksın… Kaç şimdi ortak saydıklarından, onlarla olacaksın… Yalanlama artık, yalanlayamayacaksın… Şimdi yak ışığını… Bir mum bile bulamayacaksın… Yıldızlar söndürüldüğü zaman…

Bir Söz..

Dost tatlı da söyler..
Mesela der;
-Namaz kıl...

Osman Nuri Ünsal

Bir Ayet..


Bir Dua..

Allahım
Duanın icabetini engelleyen günahlarımı affet...

Amin

Bir Dua...

Ya Rabbi, faydasız ilimden, makbul olmayan ibadetten ve kabul edilmeyen duadan, acizlikten, tembellikten, korkaklıktan sana sığınırız.

ALLAH'ım cimrilikten, her çeşit hastalıktan, gece ve gündüz gelecek kötülüklerden, sıkıntılardan kötü arkadaştan ve kötü komşudan sana sığınırım!

Ya Rabbi bildiğimiz bilmediğimiz bütün iyilikleri ver, bildiğimiz bilmediğimiz bütün kötülüklerden muhafaza et,

ALLAH'ım her işimizin sonunu güzel eyle, dünya sıkıntılarından ve ahiret azabından bizi koru!

ALLAH'ım Bizi dostlarına dost, düşmanlarına düşman olanlardan ve sabreden ve şükredenlerden eyle!

Ya Rabbi İşinde sebat eden, nimetine şükreden, ibadetini güzel yapan, doğru konuşanlardan eyle!

ALLAH'ım Sıhhat, afiyet ve güzel ahlâk ver! Kaza ve kaderine rıza gösterenlerden eyle!

Ya Rabbi Kulağıma, gözüme sıhhat ver!Küfürden, fakirlik ve kabir azabından, zulmetmekten ve
zulme uğramaktan sana sığınırım.

ALLAH'ım Kusurlarımızı ört, korkulardan emin kıl ve borçlarımızı ödememizi nasip eyle!

Ya Rabbi Ölünceye kadar ibadet etmemizi, ömrümüzün hayırlı amellerle sona ermesini nasıp et ve
Cennetini ihsan eyle!
aminnnnnnnnn

Bir Ayet


 Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içerisindeki birtakım sağırlar ve dilsizlerdir. ALLAH, kimi
 dilerse onu şaşırtır. Kimi de dilerse onu dosdoğru yol üzere kılar. Ey Muhammed! De ki: “Söyleyin bakalım. Acaba size ALLAH’ın azabı gelse veya size kıyamet saati gelip çatsa siz ALLAH’tan başkasını mı çağırırsınız? Eğer (putların size yararı dokunduğu iddianızda) doğru söyleyenlerseniz haydi onları yardıma çağırın. Bilâkis yalnız ALLAH'a yalvarırsınız. O da kaldırılması için kendisine yalvardığınız belâyı dilerse kaldırır ve siz ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz. Andolsun, senden önce birtakım ümmetlere de peygamberler gönderdik. Peygamberlerini dinlemediler. Sonunda, yalvarsınlar da tövbe etsinler diye onları şiddetli yoksulluk ve darlıklarla yakaladık.

(ENAM 39-42)

Bir Şiir.. Dursun Ali Erzincanlı - İnşirah Duası


Kuran, Bilim ve Bazı Din Adamları…

Geçtiğimiz günlerde bir televizyon programında Kuran mucizeleri hakkında yorumlar yapan bir ilahiyatçıya şahit oldum. Kuran’da bilimsel mucizeler olduğunu savunmanın, yanlış olduğunu iddia ediyordu. Bu görüşünü de çeşitli delillerle savunmaya çalışıyordu.

Bunlardan birincisi Kuran’ın bir bilim kitabı olmadığı, Kuran’da bu tip bilimsel mucizeler aramanın yanlış olduğu yönündeydi. Bunu desteklemek için de Kuran’dan hareketle bilim yapılamayacağını, Kuran’ın ve dinin ayrı bilimin ayrı olduğunu savunuyordu. Dahası bilim adamlarının Batıda olduğunu ve Müslüman olmadıklarını, Kuran’dan haberdar olmadıklarını savunuyordu. Bu düşüncelerden bahsettiğimiz kişinin, Kuran’daki mucizelerin nasıl savunulduğunu anlamadığını belki de anlamaya bile çalışmadığını görüyoruz. Öncelikle yıllardır Kuran’da bilimsel mucizeler olduğunu savunan pek çok kişiden nerdeyse hiçbiri bilimsel araştırmayı bırakıp, bilimi Kuran’dan öğrenmeyi önermemiştir. Benzer şekilde kimse bütün bilimsel gerçeklerin Kuran’da olduğunu savunmamıştır. Kuran’daki bilimsel mucizeleri ve bunlardan hareketle Kuran’ın ilahiliğini savunan kişiler öncelikle Kuran’da bir iç tutarlılık olduğunu, bununla beraber Kuran’ın bilimsel verilerle çelişme içinde olmadığını iddia eder. Buna ek olarak Kuran 14 asır önce gelmesine rağmen; Kuran’daki bazı ayetlerdeki modern bilimin bilgilerine işaretleri Kuran’ın ilahiliğine destek ve insanların inanmasına veya inancının kuvvetlenmesine bir vesile olarak sunarlur. Yani kimsenin Kuran’ı bilim kitabı yapma, bilimi Kuran’dan öğrenme gibi bir iddiası yok ki ilahiyatçı hocamızın Kuran’ın bilimsel mucizeleri ile ilgili eleştirisinin bir anlamı olsun.
Kuran’da bilimsel mucizelerin olduğunun savunulmasına getirdiği ikinci eleştirisi ise, Kuran’ın bilim kitabı olmadığı, Kuran’ın din ve ahlak kitabı olduğu; Kuran’da bilimsel mucize aramanın Kuran gerçek mesajı olan din ve ahlak ile ilgili mesajlarından uzaklaştıracağı idi. Kuran’a baktığımızda ayetlerin bir kısmı dinle ilgili yani imani meseleler olan Allah’ın varlığı, ahiretin varlığı, peygamberler ve kitapların varlığı, dinin önemi gibi konularla ilgili iken bir kısmı ahlakla ilgili yani uygulama ile ilgili meseleler olan emirler, yasaklar, ibadetler, ritüellerle ilgilidir. Bir kısım ayetler de evrenin, canlıların varlığına ve onların mükemmelliğine dikkat çekerken, örneğin arının bal yapması, insanın anne karnında oluşumu, evrenin, göklerin ve yerin yapısı, oluşumu gibi konulara dikkat çeker. Dahası Kuran gerek evrenle ve canlılarla ilgili ayetler gerekse diğer ayetler üzerinde derin derin düşünmemizi ve araştırma yapmamızı emreder. Dolayısıyla müslümanın görevi hem imani hem ahlaki hem de evrenle ve canlılarla ilgili ayetler üzerinde düşünmektir, bunların tamamını anlamaya çalışmaktır. Bunların biri üzerinde çalışmamız diğerine engel değildir. Tersine bunlar birbirini tamamlarlar; evren ve canlılar üzerine ayetlerde edindiğimiz bilgiler imanımızı güçlendirir. Kuran her üç gruptaki ayete de dikkat çekerken hocamıza göre sadece imani ve ameli konulardaki ayetlere odaklanmamız ve diğerlerine çok da vakit harcamamamız gereklidir.
Sonuç olarak Kuran’da bilimsel konularla ilişkili olan ve bilimsel konulara atıf yapan ayetler de imani ve ameli konulardaki ayetler kadar önemlidir. Bu ayetler gereksiz midir ya da bu ayetler üzerinde bilimsel verilere ve akla atıf yapmadan nasıl düşüneceğiz, bunları nasıl değerlendireceğiz? Ne yazık ki bahsettiğim ilahiyatçı ve diğer bazı ilahiyatçı ve din adamı Kuran’daki bu mucizelerin ve Kuran-bilim ilişkisinin öneminin farkına varamamışlardır. Bizlerin görevi bu mucizeler, delilleri araştırmak, bunlar üzerinde düşünmek, bu vesileyle Kuran’a ve Allah’a olan inancımızı güçlendirmek ve Kuran’a inanmayan insanları bu mucizeler yoluyla İslam’a davet etmektir.

Kaynak: www.diniyazilar.com

İnandık Demekle İş Bitti mi?

“Madem İnanıyorsunuz Neden Tam Aksini Yapıyorsunuz?”

Son tevhid dini olan İslamiyetin tek ve değiştirilemez kaynağı Kuran’dır. Bunu ilk söylediğinizde herkes kabul eder. Oysa bunu diliyle kabul edip icraatte kabul etmeyenler çoğunluktadır. Çoğu inanan Kuran’ı övmek için över, içinde ne olduğunu bildiği için değil! Ama birimiz çıkıp, işte biz dinimizin tek kaynağının Kuran olduğunu bildiğimizden onun dışındaki kaynakları din hükmü verecek manada göremeyiz dediğinde işler değişir! En başta Müslümanlar tabi ki Kuran derler, ama bunun yanında hadisler, rivayetler, mesneviler, risaleler, külliyatlar, lar lar lar, ler ler ler… de var!!! Hani tek ve değişmez kaynak Kuran’dı!!! Ne oldu! Bakıyorum da dilinizin söylediğini, ama’larla inkar ediyorsunuz!!!
Kuran’a göre yaşadığını iddia edenlerin, gerçekten Kuran’a göre yaşayıp yaşamadığını ise sadece Allah bilir. Ama dinimizin tek kaynağı olan Kuran’da ne yazdığından haberdar değilsek, Kuran’ı bir dinsiz olarak okuyan kadar bile, Kuran’a göre yaşayıp yaşamadığımızı bilemeyiz. Buna rağmen Müslüman’ım diyenlerin çoğu Kuran’ı okumuyorlar. Saçmalığa bakın ki kimileri okumadıkları kitaba inanıyorlar ve hak ettiği biçimde okumadıkları için orada söylenenlerin neredeyse tam aksini yapıyorlar. Ne acı!
Bir an için hadi biz de dinin tek kaynağının Kuran olmadığını, onun yanında bütün ler ler ler ve lar lar lar’ın da dinin kaynağı olduğunu kabul edelim! Yüzbinlerce hadisi Kuran’ın yanına ikinci bir kitap olarak koyalım ve onlara göre de yaşayalım! Çelişkileri nedeniyle bu mümkün değil ama hadi tamam, oldu diyelim!!!
Örneğin; sahih kabul edilen ve meşhur ulema tarafından hemfikir olunan hadislere göre bir kadın vücudunun tamamı avret olarak görülür ve kadının mümkünse tüm vücudunu örtmesi, en azından el, ayak ve yüzü hariç örtünmüş olması farz kabul edilir. Bakın sünnet değil farz!!! O halde şimdi gözlerinizi sulugözlü hoca efendilerin televizyon kanallarına ya da bilmem ne cemaatinin ticarethanelerine çevirin… Gördünüz mü?
Hadi Kuran’ı biz yanlış anlamış olabiliriz de hani sizin hadisleriniz Kuran’la uyum içinde ve doğruydu!!! Nedir televizyon kanalınızdaki bu kadınların hali o zaman? Ne yapıyorsunuz siz? Gerdanları açık kadınların oynadığı diziler ne arıyor sizin kameralarınızın karşısında!!! Plaj görüntüleri veren bikinili kızların oynadığı reklamların ne işi var televizyon kanallarınızda!!! Haşemalı kızlar ve göbek altını göstermeyen donlar giymiş delikanlılar yok mu deodorant ya da dondurma reklamı yapacak!!! Neden haberlerinizi, saçlarını güzelce yaptırıp süslenmiş ve en kaliteli makyajları yapmış kadınlar sunuyor bütün ekranlarda!!! Hadi diğer kanallar yoldan çıkmış diyelim, siz neden dinin bir diğer kaynağı olarak kabul ettiğiniz hadis külliyatlarınızın hükmettiği emir ve yasakları uygulamıyorsunuz!!! Acaba derdiniz din değil mi sizin? Acaba dininiz imanınız anlattığınız şey değil mi sizin!!! Uydurulana inandığınızı söylüyor, bir şekilde dayatıyor, ama kendiniz bile ona uymuyorsunuz! Dininiz imanınız nedir sizin!!!
Peki hastaneler!!! Sizin kendi özel hastanelerinizde neden diş hekimleri dolgu yapıyorlar? Hani diş dolgusu yapanın gusül abdesti geçersizdi!!! Cünüp mü geziyorsunuz yoksa siz!!! Madem doğum kontrol haramdı, marketlerinizdeki kondomlar ne iş hacı!!! Balon niyetine şişirip çocuklara mı veriyorsunuz!!! Madem inanıyorsunuz ulemanız söylemiş, neden dininizin emrinin hilafında hareket ediyorsunuz!!!
57-Hadid 27 Sonra onların izleri üzerinde peygamberlerimizi birbiri ardınca gönderdik. Meryem oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik; ona İncil’i verdik ve onu izleyenlerin kalplerinde bir şefkat ve merhamet kıldık. Türettikleri ruhbanlığı ise, biz onlara yazmadık. Ancak Allah’ın rızasını aramak için türettiler ama buna da gerektiği gibi uymadılar. Bununla birlikte onlardan iman edenlere ecirlerini verdik, onlardan birçoğu da fasık olanlardır.

Niye kendi inandığınızı bile uygulamıyorsunuz?… Niye biliyor musunuz? Ben söyleyeyim… Çünkü ikiyüzlüsünüz siz… Riyakârsınız. Kendinize bile samimi değilsiniz. Eğer bir hedefiniz varsa o hedefe ulaşmak için her şeyi mübah kabul edebiliyorsunuz. İnandık deyip aslında inanmıyorsunuz. Dilinizin söylediğini kalbiniz yalanlıyor. Siz -mış gibi yapıyorsunuz, öyle bir yapıyorsunuz ki kendi yalanınıza kendiniz bile şıp diye ikna oluyor ama iş nefsinize geldiğinde ilk önce kendiniz uymuyorsunuz. Nefsiniz kabardığında eve kapattığınız çarşaflıya değil, milletin namusuna dilinizi üst damağınıza yapıştırıp “cık cık cık” sesleriyle ilk önce siz bakıyorsunuz! Desinler’e alışmışsınız. Dininizin hükmünü bile bırakın hadisi, neredeyse üçüncü kitap olarak kendiniz veriyorsunuz. Cahile cehalet satıyorsunuz.  Sizin dil bilmez, kulak duymaz namazınız dua ve şükür etmeyi bile unutturmuş, rekat ve kelime saydırmakta size. Tefekkür edeceğiniz yerde boncuk sayıyorsunuz. İnandık dedik diye iş bitti de, kazandık zannediyorsunuz. İmanı da ilmi de verenin kim olduğunu unutmuş, kendinizi bir şeyleri sonuna kadar hak etmiş zannediyorsunuz. Irmakları hayal edip koşarken, ateşten denizlere kulaç atma ihtimalinizi hiçe sayıyor, göz ardı ediyorsunuz.
Kalemin ucu kırılmadan yazıyı bitirsem iyi olacak…
29-Ankebut 2, 3, 4 İnsanlar yalnız “inandık” demekle, hiç sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Gerçek şu ki, Biz onlardan öncekileri de imtihan ettik. Sözünde doğru olanları ve yalancıları Allah böylece birbirinden ayırt edecektir. Yoksa, kötülükler yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sandılar. Ne kadar kötü, ne kadar yanlış hüküm veriyorlar!
kalemzade.net
twitter.com: @kalemzad
e

Bir Söz..

Cumaya gitmeyen erkek bacımızdır diyen kızlar için:

- Başını farz olduğu hâl ile örtmeyen kızlar
halısahada kalecimiz, okeyde dördüncümüzdür. 

| Hüsameddin Bayraklı.

Faizle Geçinen Müslümanlar

Konu para olunca babasını bile tanımayan insanlarız. Zaten Allah da bunu bildiği için iki lafından biri: “Sevdiğiniz şeylerden harcayın”, “Zekat verin, dağıtın…” Oysa biz, para dağıtmakla mükellef olanlar, bırakın para dağıtmayı, bir de bankada para biriktiriyoruz.

Bankada para biriktiremez miyiz? Elbette biriktirebiliriz. Ama bunu ne niyetle yapıyoruz? Şüphesiz ne niyetle yaptığımızı Allah biliyor. Kenara üç beş kuruş atıp kendini emniyete almaya çalışmak ve bunu yaparken zekat vermeyi sürdürmek ve ileride verilecek zekatların yolunu yapmak başkadır; sonsuza dek bu dünyada kalacakmış gibi cimrilikten biriktirmek başkadır. Bizler, kendimize Müslüman diyoruz, fakat bir Müslümanda olmaması gereken her özelliği üzerimizde barındırıyoruz. Evet biz paramızı dağıtmıyoruz, Allah’ı dinlemiyoruz, O’nun sözlerini hiçe sayıyoruz. Çünkü ahiret bize oldukça uzak geliyor. Çünkü biz parayı zor elde ediyoruz. Çünkü para kazanmak bizim anamızı ağlatıyor. Ne var ki, para kazanmanın zorluğu, bizi zekat vermekten muaf tutmuyor.
Biz parayı dağıtmamak bir yana, bir de dağıtmayıp biriktirdiğimiz paranın faizini alıyoruz. Evet maalesef Müslümanların birçoğu dolaylı tefeci. Peki neden böyle? Çünkü para en kolay tefecilikle kazanılır. Gram yorulmazsın. Ev kirası gibi paran her ay hesabına yatar, mis.
Ne yazık ki pek çok Müslüman, Ramazan’da orucunu tutuyor, Cuma namazlarını hiç kaçırmadan kılıyor, arada sırada bazı sitelere girip paylaş butonuna basıp birkaç saniye içerisinde ayet-hadis paylaşıyor, cami yardım kutusuna da ayda beş lira bırakınca kendisinden iyi Müslüman yok sanıyor. Tüm bunları yaparken, bir yandan da geçinemiyorum bahanesiyle banka faizi yiyor! Evine faiz parasıyla aldığı erzağı getiriyor. Çocuklarını faiz parasıyla okula yolluyor. Kendisini; “Bizim aldığımız faiz hiçbir şey, çok az alıyoruz”, “Banka esasında paramı kullandığı için bana her ay para ödüyor”, “Bankada beklediği sürece paramın değeri düşüyor, faizle o düşen değeri dengeliyorum” benzeri cümlelerle kandırıyor.
Allah, Bakara 279. ayette faiz almayı sürdürenlere savaş ilan ettiğini söyler. Fakat Kuran okunmazsa bu ayetler elbette duyulmazlar. Gördüğünüz gibi Kuran’ı duvara asmanın, arada bir duvardan indirip öpmenin, Arapça okumanın bize bir faydası olmuyor. Kuran sadece anlayarak okunursa anlam kazanıyor.
Buradan, anasının ak sütü gibi gözünü bile kırpmadan faiz yiyen genç-yaşlı herkese seslenelim:
Anladık parayı çok seviyorsunuz, dünya kolay parayla güzel, hayatta zekat mekat vermezsiniz; ama en azından faiz almayı bırakın. Belki Allah iyi halinizi görür de bakarsınız bir gün zekat vermenizi de sağlar…

Kaynak: www.diniyazilar.co
m
Bir adam peygamber efendimizi çok sevdiğini dile getirdi ve peygamberimiz
Hz. Muhammed s.a.v de ona:
“Kişi sevdiğiyle beraberdir, sende sevdiğinle beraber olacaksın buyurdu.
Müslümanların Müslüman olmaları dışında bu söze sevindikleri kadar başka bir şeye sevindiklerini görmedim.”
(Ebû Dâvûd, Edeb: 113; Müslim, Birr: 50)

Safvân b. Assâl (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Tok sesli bir bedevî geldi ve:
“Ya Muhammed! Bir kimse bir toplumu seviyor fakat her yönden onlar gibi olamamıştır, bu kişi ne olacak?” dedi.
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kişi sevdiğiyle beraberdir.”
(Ebû Dâvûd, Edeb: 113; Müslim, Birr: 50)

Cumamız Mübarek Olsun

Cuma dünyada ve Cennette mü'minlerin bayramıdır.
Bir kimse, mâni yok iken, üç Cuma namazı kılmazsa, Allahü teâlâ, kalbini mühürler. Yani iyilik yapmaz olur.
Cuma namazından sonra bir an vardır ki, mü'minin o anda ettiği duâ red olmaz.
Cuma Günü yapılan ibâdetlere, başka günde yapılanların, en az iki katı sevâb verilir. Cuma Günü işlenen günahlar da iki kat yazılır.
Cuma Günü, ruhlar toplanır ve birbirleriyle tanışırlar. Kabirler ziyaret edilir. Bu günde kabir azâbı durdurulur.
Bazı âlimlere göre, mü'minin azâbı artık başlamaz. Kâfirin, Cuma ve Ramazanda yapılmamak üzere, kıyâmete kadar sürer.
Cuma namazından sonra, yedi defa ihlas ve muavvizeteyn okuyanı, Allahü teâlâ, bir hafta, kazadan, beladan, kötü işlerden korur. [İ.Sünni]
Bu gün ve gecesinde ölen mü'minler, kabir azâbı çekmez. Cehennem, Cuma günü çok sıcak olmaz.

Âdem aleyhisselâm, Cuma günü yaratıldı.Cuma günü Cennetten çıkarıldı.
Cennettekiler, Allahü teâlâyı Cuma günleri göreceklerdir.

30 Mayıs 2013 Perşembe

Cuma Gecemiz Mübarek Olsun :)

"Cuma gecesi Kehf suresi okuyan, Kıyamette, yerden göğe kadar bir nurla aydınlanır. İki Cuma arasında işlediği günahlar da affolunur..."[Tergib]

"Cuma Günü veya gecesi Duhan suresini okuyana Cennette bir köşk ihsan edilir." [Taberani]

"Cuma gecesi Yasin suresini okuyanın, günahları affedilir." [İsfehani]

Emanet

Hacı Bayram-ı Velî'nin doğduğu Zülfadl (Sol-Fasol) köyünden bir genç askere çağrılmıştı. Yetim olan bu
temiz genç, babasından kalma birkaç altınını, annesinden kalan hâtıra bilezik ve küpleri emânet
edecek bir kimse bulamadı. Hepsini küçük bir çekmeceye koyup, Hacı Bayram-ı Velî'nin türbesine
getirdi. Türbeyi ziyâret edip;
"Yâ hazret-i Hacı Bayram-ı Velî! Beni vatanî vazifemi yapmak için çağırdılar.
Annemden ve babamdan kalma şu hâtıraları emânet edecek bir kimse bulamadım. Bu küçük çekmeceyi zâtı âlinize
emânet bırakıyorum. Eğer askerden dönersem, gelir alırım. Şâyet dönemezsem, istediğiniz bir kimseye
verebilirsiniz!" diye münâcaat etti. Sonra çekmeceyi sandukanın kenarına koyarak ayrıldı.
Aradan yıllar geçti. Gencin askerliği bitti ve emânetini almak üzere Hacı Bayram-ı Velî'ye geldi. Ziyâretini
yapıktan sonra, çekmeceyi koyduğu yerde buldu. Hiç dokunulmamıştı. Orada türbeyi bekleyen türbedâra;

"Bu çekmece benimdir. Askere gitmeden önce emânet bırakmıştım. Şimdi alıyorum." dedi.
Türbedâr;

"Tabi, alabilirsen al. Çünkü ben, bir defâsında bu çekmecenin yerini değiştirmek istedim. Fakat bütün uğraşmalarıma rağmen yerinden bile oynatamadım. Bunda bir hikmet olduğunu düşünerek, bir daha elimi bile sürmedim."

Genç, çekmecenin yanına gelip, Hacı Bayram-ı Velî'ye teşekkür etti ve emânetini alarak köyüne döndü...


Hadis-i Şerif


"Yeryüzünde, mâsiyet veya sıla-i rahmi koparıcı olmamak kaydıyla ALLAH'tan bir talepte bulunan
bir Müslüman yoktur ki ALLAH ona dilediğini vermek veya ondan onun mislince bir günahı affetmek
suretiyle icabet etmesin."


Tirmizî, Da'avât 126, (3568)

Resul'e Kırk Mektup

22. MEKTUP*
Sultanım
Sen’in doğduğun, yaşadığın topraklardan çok uzakta yaşıyorum. Her gün Sen’sizlik yakarken kalpleri, ben bu karmaşanın içinde usanmadan Sen’i arıyorum.
Biliyorum uzaklardasın ama içimdeki sese bunu anlatamıyorum ya Resul… Uzak olduğunu, ulaşılmaz olduğunu ne aklıma, ne kalbime kabullendiremiyorum. Ey iki cihan serveri, yüzüne bakacak, senden bir şey isteyecek yüzüm kalmadı ama insanların birbirini tanımayacağı, bütün yakınların uzak olacağı mahşer gününde senin sancağın altında olabilme ümidi, şefaatine layık bir mü’min olabilme ümidi beni ayakta tutuyor.
Sen’in yüzyıllar önce bildirdiğin ahir zaman hallerini, içimde buruk bir hisle ve ağlamaklı gözlerle temaşa ediyorum. Ya Muhammed, belki hiçbir zaman gelmeyeceksin ama geleceksen tam vaktidir. Gel ve uyandır bizi bu gaflet uykusundan…
Biz ümmetini, içinde bulunduğumuz perişan halden, ferahlığa çıkar. Eğer bildiklerini bilseydik ne gülmeye, ne de Rabbimizden bir şey istemeye dilimiz varmazdı. Bilmiyoruz ya Resul, bilseydik yapmazdık, yapamazdık… Bilmediğimizdendir bu günahkarlık, bilmediğimizdendir bu merhametsizlik ve yine bilmediğimizdendir bu acziyetimiz…!
Özlemlerin en derininde, yokluğun en uç noktasında dilimde tek bir dua var; ”Ey Rabbim, bizleri sana sana layık bir kul, Resulüne layık bir ümmet eyle…” Amin

Melek Özer



40’lar Kulübü
www.40lar.com


Bir Ayet

O gün inanan erkekleri ve inanan kadınları görürsün ki nurları, önlerinde ve sağlarında koşuyor.
Kendilerine:
"Bugün müjdeniz altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedi kalacağınız cennetlerdir." denilir
İşte büyük kurtuluş budur!

(HADİD SURESİ/12)

Yapmamız Gerekenler...

1. Nasıl yaratıldığını ve seni kimin yarattığını bir düşün.
2. Varlığının ve hayatın amacını sorgula.
3. Dünya hayatının kısalığını anla.
4. Ölüm gerçeği ile yüzleş.
5. Ölümün yaşının olmadığını bil. Gençliğine güvenme.
6. Ölüm sonrasında ne olacağını düşün.
7. Sana verilen sınırlı ömrü nasıl kullanacağın ile ilgili seçimini yap.
8. Dinini öğren.
9. Dinî ve insanî sorumluluklarının bilincinde ol.
10. İbadetlerinde gönülden ve titiz ol.
11. Allah’ı çok an.
12. Dua et.
13. Sadece kendin için değil tüm insanlar için de dua et.
14. Tövbe et.
15. Hatalarından pişmanlık duy.
16. Ahlaklı ve faziletli ol.
17. Aklını işlet.
18. İhlâslı ol.
19. Güvenilir ol.
20. Fedakâr ol.
21. Çalışkan ol.
22. Öldürme.
23. Çalma.
24. Faiz yeme.
25. Yalan ve hileden uzak dur.
26. Zarafet sahibi ol.
27. Gıybet etme.
28. İnsanların kusurlarını arama.
29. Hüsnü zanda bulun.
30. Hataları örtücü ol.
31. Hakkı ve adaleti gözet.
32. İnsaflı ol.
33. Şahitlikten kaçınma.
34. Çirkin işlerden ve fenalıklardan uzak dur.
35. Nefsine hâkim ol.
36. Namuslu ve şerefli ol.
37. Hayâ sahibi ol.
38. Tevazu sahibi ol.
39. Güzel düşünüp güzel davran.
40. Helal ve Haramı gözet.
41. Boş ve lüzumsuz söz ve davranışlardan uzak dur.
42. Hayırlı işlerde yarış.
43. Güzel söz konuş.
44. Güler yüzlü ol.
45. Hayrı, iyiyi ve güzeli tavsiye et.
46. Sev.
47. Sevil.
48. Kin gütme.
49. Özrü kabul et.
50. Öfkelenme.
51. Kibirlenme.
52. Affet.
53. Şefkatli ol.
54. Barışı esas al.
55. Hoşgörülü ol.
56. Sabret.
57. Tevekkül et.
58. Kanaatkâr ol.
59. Sözüne sadık ol.
60. Dünya hayatının geçici zevklerine kapılma.
61. Yetimi, öksüzü, ihtiyaç sahibini gözet.
62. Yaptığın iyilikleri başa kakma.
63. Darlık anında dahi malından hayır yolunda harca.
64. Cömert ol.
65. Paylaş.
66. Yardımlaş.
67. Cesur ol.
68. Tedbirli ol.
69. İsraf etme.
70. Ailen ve akrabalarını gözet.
71. Komşularınla iyi ilişkiler kur.
72. Kadir-Kıymet bil.
73. Vefakâr ol.
74. Dinine, vatanına, milletine hayırlı bir insan ol.
75. Kendini geliştir, yetiştir.
76. İnsanlık meselelerine karşı duyarlı ol.
77. Müslüman kardeşinin derdini kendine dert edin.
78. Sadece kendin için değil, tüm insanlık için faydalı işler yapmaya çalış.
79. Varlığı zorunlu ve her türlü övgüye lâyık olan, Eşi ve benzeri olmayan, Mülk ve yönetimin sahibi olan, Her şeye gücü yeten, Yaratan, var eden, Rahman ve Rahim Olan, Affeden ve hataları bağışlayan, tövbeleri kabul eden, Her şeyi gereğince bilen, Her şeyi gereğince gören, işiten, Her şeyi çepeçevre kuşatan, İyilik ve lutfu sonsuz olan, Böylesi yaşamaya elverişli bir dünya ve içinde çeşit çeşit canlılar yaratan, Her sabah yeni bir günü yaratan ve seni yaşatan, Görmeni, işitmeni, hissetmeni nasip eden, Yürüyecek ayaklarını, iş görecek ellerini yaratan, Barınacak bir yuva, yiyip içilecek rızıklar veren, Hastalandığında sana şifa ulaştıran,  Dertlendiğinde deva ulaştıran, Dualarına karşılık vererek kulu için en hayırlısını dileyen, İyi ile kötüyü ayıracak akıl veren, Sevmeyi, sevilmeyi mümkün kılacak kalp veren, Rabbine şükret…


Artık uyanmayacak mısınız?

 


İnsan, kendisinin âciz ve zelil, dünyanın aldatıcı ve fâni; ahiretin ise çok yakın olduğunu, tam olarak, ancak ölünce anlar. Ey Müslümanlar! Artık uyanma vakti gelmedi mi ? Dünya, uykudaki kişinin gördüğü rüyadır. Gaflet uykusundan ne zaman uyanacaksınız? Gördüğümüz şeyleri nasıl gördüğümüzü izahtan acizken, minik akıllarımızla bu evreni var eden Rabbimizin emirlerini yerine getirmemek ne ile izah edilebilir? Ölümün, ne zaman geleceği belli değil ama hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz. Hayatımızda hep mal-mülk diyoruz, duygu ve düşünce itibariyle hep başka kurgu ve hayallerle yaşıyoruz. Hepiniz kendi işinizle, hesabınızla ev almak, araba almakla ve her ne yapıyorsanız yapmakla meşgulsünüz. Ama size ALLAH(c.c)’ tan, dinden, ahiretten, kabir hayatından, ahlaktan, namazdan, PEYGAMBER (s.a.v)’den bahsedilince vaktimiz yok diyorsunuz. Bu nasıl oluyor anlamıyorum? Gerçekleri duymak neden bu kadar zor geliyor insanlara? Ama öyle bir sistem içindeyiz ki, tek ilgilendiğimiz şeytanın oyunları, eğlenceli ve geçici anlık heveslerle vakit geçirmek… Hepimiz vakit geçmiyor diye şikâyet ederiz. Ama hepimiz ölümden korkarız. Ölüm sarsıcıdır. Hepimize yakındır. Kendimizden uzak da saysak başucumuzdadır. ’’Maddi hayata tapanlar, deniz suyu içenlere benzerler, içtikçe susuzlukları artar.’’ (Muhyiddin ibni Arabi) Bizler de öyleyiz zaten tek derdimiz midelerimizi doldurmak ve sürekli daha çok boş ve gereksiz maddi şeyler elde etmek…İşte bu yüzden farklı bir şeyler yapmak isteyen insanlara yaşıtları karşı çıkar, gerçek sorunlar hakkında konuşmak istediklerinde karşı çıkarlar, çünkü örümcek ağının içinde öyle şartlanmışlar ki gerçeği dinlemek yerine boş yere eğlenmeyi tercih ederler. Neyiniz var sizin Müslümanlar? Kendinize gelin. Kuran-ı Kerimi açın ve okuyun. ALLAH(c.c) ‘ın size konuşmasına izin verin. ‘’Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın!’’(Lokman Suresi 33.ayet) diyor Yüce Rabbimiz. ALLAH(c.c) size dünyayı onunla ahireti arayasınız diye verdi, ona bağlanasınız diye değil. Unutmayın, dünyada yaşamıyorsunuz, dünyadan geçiyorsunuz.
Biz 21.asırda törpülenmiş bir nesiliz, sağdan gelen fırtınalar sağımızdan bir şeyler koparıverdi, soldan esen fırtınalar solumuzdan bir şeyler koparıp götürüverdi. Fırtınanın en büyüğü neye maruz kaldığımızı bilmeme fırtınasıydı. Nasıl bir belaya maruzuz bilmiyoruz. Ağlayabilseydik, anlayabilirdik. Müminler bilselerdi ki kalplerinde ALLAH(c.c)’ a ait mana, hisler yıkılıyor o zaman ALLAH(c.c)’ a hakkıyla kulluk edip, O’na sarılacaktı. Biz yıkık dökük bir nesil haline geldik. Enkazı fareleri bile barındırmaz yıkık bir bina haline geldik. Bu bir nesil için çok korkunç bir yıkımdır. Bir nesil ALLAH(c.c)’ın azameti karşısında secde etmezse bir nesil ALLAH(c.c.)’ın davasına sahip çıkmazsa, bir nesil ALLAH(c.c)’a karşı kalbi saygı dolu teveccüh etmezse ve onun muhabbetiyle yine O’na sığınmazsa o nesil esasen mahvolmuştur. Adeta ruhlarımız ölmüş, kendi cenazemize ağlayabilseydik… İnsan kendisi için ağlayabilseydi… Biz işte öylesine anlaşılmaz öylesine bilinmez alabildiğine bir karanlıkta hangi kapıyı çalacağımızı bilmeyen şaşkın insanlar durumundayız. Gönüllerin sahibinin sevilmediği 21. asırda, Resullullah(s.a.v)’ın gönüllerde yer almadığı 21. asırda. Gönüllerde Mevla’nın yerine maddenin tayin olduğu 21. asırda, hiçbir şey derdimize derman olmadı. Akıl edip bir kere kapına gelemedik Ey Rabbim.
Hakiki mü’minliği biz göremedik. Gerçek Müslümanlığın yüzüne bakabiliyor muyuz? Hakiki Müslümanlık olsaydı şu andaki perişaniyetimizi çok iyi anlayacaktık. Ama bu ortada olmadığı için bozuk ve köhne bir fikrin ifadesi olarak din bir vicdan işidir, sapık zihniyete saplandığımız için, Kuran-ı rafa koyduğumuz için, Resullullah(s.a.v)’ı ara sıra andığımız için, ALLAH(c.c); yemenin, içmenin, çalışmanın, dünyevi işlerinden hazzından sonra vakit bulunduğu zaman anıldığı için gerçek Müslümanlığı anlamaya ve anlatmaya adeta imkan yok gibidir. ‘’ Neden Kuran-ın anlamını iyice düşünmüyorlar? Yoksa kalpleri mi kilitli? (Muhammed Suresi 24.ayet) diyor ayet-i kerime gerçekten öyle mi? Gururu bırak, acizliğini anla, Rabbini tanı ve vazifeni bil, dünyaya niçin geldiğini öğren. Üstat Necip Fazıl ne güzel anlatıyor:’’ Yeryüzü dediğin koca bir mabed geldik bu mabede maksat ibadet üç günlük dünya için gayret üstüne gayret ebedi bir hayat için gayret yok hayret!’’ Hayat bir kumaş gibi değil ki, düzeltilsin ya da tekrar dokunsun. O sadece bir kere gelir geçer. Üstat Bediüzzaman ne diyor:’’ Hem ahiretini bilen ve dünyanın hakikatini keşfeden, aklı varsa pişman olmaz, yeniden dünyaya dönüp uğraşmaz. Elli seneden sonra, alâkasız, tek başıyla bir adam, sonsuz hayatını dünyanın bir iki sene gevezeliğine, şarlatanlığına feda etmez. Dünya madem fanidir, hem madem ömür kısadır, madem gayet lüzumlu işler çoktur, hem sonsuz hayat burada kazanılacaktır, dünya sahipsiz değil. Hem şu misafir olduğumuz dünyanın bir sahibi var, iyilik ve fenalık cezasız kalmayacaktır. Dünyevi şeyler sadece kabir kapısına kadardır. O zaman en doğru yol, dünya için ahiretini unutmazsın, ahiretini dünyaya feda etmezsin sonsuz hayatı üç günlük dünya hayatına değişmezsin, kendini misafir kabul et, bu misafirhanenin sahibinin emirlerine göre hareket et, selametle kabir kapısını açıp sonsuz bir hayata gir.’’

İslamiyet… Nasıl Bir Teslimiyet?

 

İslamiyet bildiğimiz gibi selam ve barış manalarının yanı sıra “teslim olmak” Müslüman ise “teslim olan” anlamlarına gelir. Müslüman olmayan ya da iman etmeye yanaşmayan birine “gel teslim ol (Müslüman ol)” denince ne düşünür? Muhtemelen “bu konudaki delillerin nedir ki ben teslim olayım” der. Neden diye sorar? Bu da onun en doğal hakkıdır. Başka dinde iken sorgulayıp da Müslüman olanları ne kadar takdir ediyoruz değil mi? Eğer “neden Müslüman olayım” diye sormazsa ve hiç itiraz etmeden “tamam teslim oldum” derse ne kadar da şaşırırız? Düşünürüz ki bu insan, daha önceden İslamiyet hakkında birtakım şeyler öğrenmiş ve sindirmiştir ki hemen teslim oldu! Aksi takdirde “teslim ol” der demez teslim oluyorsa ya bizle dalga geçiyor ya geçiştiriyor, ya bir art niyet besliyor ya da aklını kaybediyordur! Hiç insan, sorgulayıp anlamadan ve idrak etmeden teslim oldum der mi?
Aynen polisten kaçan bir suçlu veya savaşta düşmanla çarpışan bir asker gibi! Kaçacak yeri kalmayan suçlu, bir köşede polisler tarafından sıkıştırılır ve artık çaresiz kaldığını anlarsa elindeki silahı bırakır ve “teslim oldum” der. Savaşta düşmanıyla mücadele eden ve buna rağmen başaramayıp artık yapacak bir şeyi kalmadığını fark eden asker düşmanına teslim olur. Peki suç işleyen hırsız daha polisi görür görmez teslim olur mu? Peki henüz savaşa tutuşan ve halen kazanma şansı olan asker durup dururken düşmana teslim olur mu? Bir hain ya da aptal değilse elbette teslim olmaz. Mücadelesine devam eder. Demek ki teslimiyet karşı tarafın üstünlüğünü kabul etmektir, pes etmektir.
İntihar etmeye kalkan bir insana “dur yapma” denmesi onu intihardan vazgeçirmez ama “kendini aşağıya atarsan çoluk çocuğunun hali ne olur?” derseniz veya “eğer vazgeçersen borcunu ben ödeyeceğim” derseniz intihara meyilli kişiyi düşünmeye ve sorgulamaya sevk edersiniz ve bu tefekkürü sonucunda ikna olmuşsa size teslim olarak yapacağı işten vazgeçer. İkna olmazsa atar kendini! Demek ki teslimiyet karşı tarafın söylediklerinden ikna olmaktır.
Hal böyleyken insanlar hiç sorgulamadan, anlamadan, bilmeden, kavramadan, idrak etmeden “Ben kendimi bildim bileli Müslüman’ım” demeleriyle iman etmiş oluyorlar mı acaba? Hiçbir şey bilmeden, okumadan, anlamadan “teslim oldum” demeleri mi akıllıcadır yoksa “neden” diye sorgulayarak kabul etmeleri mi! Ben önce teslim olayım da sonra savaşı kazanırım demek mi akıllıcadır!!! Peki hemencecik inanmak mı akıllıcadır, yoksa içindeki acabaları yok ederek bunu yapmak mı! Mesele, Allah’ın ilmini anlayarak ikna olup, böylece teslim olmak değil midir?
Bu kapsamda, teslim olmakla ilgili bazı ayetlerden faydalanarak bu teslimiyetin nasıl olması gerektiğini Kuran’daki manalara bakarak anlamaya çalışalım. Bakalım ayetler bize nasıl teslim olmamız (Müslüman olmamız) gerektiğini anlatıyor mu? Yoksa (birilerinin iddia ettiği gibi) o da mı Kuran’da yok!!!
Firavun’un ne zaman teslim olduğunu biliyorsunuz değil mi? Hani deniz yarıldı ve Musa’nın peşinden gitti de tekrar sular kavuşunca teslim olmuştu. Yani, artık çaresiz kaldığı için, kibri artık onu daha fazla kurtaramayacağı için, kaçacak yeri kalmadığı için kabul etmişti.
10-Yunus 90 Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): «İsrailoğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de müslümanlardanım» dedi.
Gördüğümüz gibi, sular onu boğacak düzeye eriştiği zaman teslim olmuş… Tabi ki bu örneği teslim oluşun kelime manasını görmek için verdim. Hadi o Firavun! Onu örnek alacak değiliz ya! Başka ayetlere de bakalım…
27-Neml 42, 43, 44 Böylece (Belkıs) geldiği zaman ona: «Senin tahtın böyle mi?» denildi. Dedi ki: «Tıpkı kendisi. Bize ondan önce ilim verilmişti ve biz müslüman olmuştuk.» Allah’tan başka tapmakta olduğu şeyler onu (müslüman olmaktan) alıkoymuştu. Gerçekte o, küfre sapan bir kavimdendir. Ona: «Köşke gir» denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: «Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk zeminidir.» Dedi ki: «Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman’la birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.»
Melike Belkıs’ın ne dediğine dikkat ettiniz mi? Taht mucizesine gerek kalmadığını, ondan önce (mektubun tesiriyle) Allah’tan edindiği ilimle zaten Müslüman olduğunu söylüyor. Daha önce inkâr eden bir kavmin melikesi olmasına rağmen ilmi konuda geldiği seviye dolayısıyla teslim olduğunu söylüyor. Kendisinin aldığı (Allah’ın lütfettiği) ilim onu inkârdan vazgeçiriyor ve teslim olmaya itiyor. Süleyman’ın gönderdiği mektubu inceleyerek, merak ederek, sarayından kalkıp gelerek araştırıyor ve öyle inanıyor. İlme yeniliyor, bilerek, isteyerek…
11-Hud 13, 14 Yoksa ‘Onu kendisi uydurdu’ mu diyorlar? De ki: O zaman, Allah’tan başka kimi yardıma çağırabiliyorsanız çağırın ve uydurma şeylerle dolu da olsa, ona benzer on tane sûre getirin-iddianızda doğru iseniz. Size cevap veremezlerse, bilin ki o Allah’ın ilmiyle indirilmiştir ve Ondan başka tanrı yoktur. Artık hakka teslim oluyor musunuz?
“Size cevap veremezlerse” diyor ayette! Yani artık başka çareleri kalmazsa teslim oluyorlar! Neye teslim oluyorlar? Doğruya, Hakka teslim oluyorlar. Müslüman olmaya… Anlıyorlar da Müslüman oluyorlar. Bizse “anlamasak da (teslim olduk) Müslüman’ız” diyoruz. Garip!!!
28-Kasas 53 Onlara Kur’ân okunduğu zaman, ‘Ona inandık,’ dediler. ‘O hiç kuşkusuz Rabbimizden gelen haktır. Biz daha önce de hakka teslim olmuş kimselerdik.’
Okunduğu zaman ona inandılar ve doğru olduğuna şahitlik ettiler. Daha önce de başka kanıtlar nedeniyle teslim olmuşlardı. İkna olmuşlardı… Ezbere değil! Kanıtlarla, delillerle ikna olmuşlardı…
72-Cin 14 «Ve elbette bizden Müslüman olanlar da var, zulmedenler de. İşte (Allah’a) teslim olanlar, artık onlar ‘gerçeği ve doğruyu’ araştırıp bulanlardır.»
Gördüğümüz gibi: Teslim olanlar, Müslüman olanlar “gerçeği ve doğruyu” ARAŞTIRIP BULANLARmış. Her söylenene inananlar değil.. Kitabını okumayanlar değil.. Anlamını bilmeyenler değil… Sabah akşam üzerlerine, anlamını bilmedikleri kitabın manasının ineceğini bekleyenler değil… İnandım deyip cennetlerinde zevk-ü sefa hayalleri kuranlar değil… Matematiksel sevaplar biriktirenler değil… Yanık sesli ilahiler dinleyerek bir yere varmayı umanlar değil… İçimizde Müslüman olanlar da varmış, kendisine zarar verenler de… Müslüman olanlar ARAŞTIRANLARmış, boş bakışlarla masalcı hocaları dinleyenler, din denince her söylenene “şıp” diye inananlar değil… Ben demiyorum, Kuran öyle söylüyor…
Elbette ki “Ben inandım” diyenlere “sen inanamazsın” demiyorum. Ancak fazla değil, yorulmayın, azıcık düşünelim. Hak etmek gerekmez mi? Bir yerlerde bir problem yok mu? Neden inandığını bana değil, başkasına değil, kendi kalbine anlatman gerekmez mi? ARAMAK, anlamak, idrak etmek ve BULMAK gerekmez mi? Ne olur ayete bir daha bak! Bak, teslim olmak için (Müslüman olmak için) ARAŞTIRMAK gerekiyormuş… Ayeti mi inkar edelim, seni üzmemek, senin beklediğini söylemek için!!! Sen kendi kitabını bile OKUmazsan, anlamazsan nasıl BULacaksın? OKUsana dininin kitabında ne yazdığını arkadaşım! Okumadan uçana kaçana inanıyorsun, bir de okuyup Kuran’a inansana… Bırak boncukları saymayı, zikrini (Kuran’la) Zikir’le yap. Allah’ın ilmine teslim ol ki, özgürlüğüne kavuşasın. Bana değil, senin okuduğunun sana faydası var, anlamıyor musun? Gel bilmem ne halkasına katıl demiyoruz “oku” diyoruz sadece sana. Tek gerçeğe teslim olmak varken neden yalana ve şüpheye teslim oluyorsun!!!
kalemzade.net
twitter: @kalemzade

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Yusuf Peygamberin Hayatından Çıkarılacak Dersler…

Kuran’ı Kerim boyunca Peygamberlerin hayatları hakkında kıssalar vardır. Bu kıssalarda Peygamberlerin geldikleri toplumlardaki sapıklıklar, bu toplumlara Allah’ın dinini tebliğ edişleri ve bu tebliğe karşı o toplumda yaşayanlardan aldıkları tepkilerden bahsedilir. Kuran-ı Kerimin Peygamberlerin hayatları ve yaşadıkları hakkında verdiği bilgi tarihi amaçlı değildir. Yine Kuran-ı Kerim`de de ifade edildiği gibi bu kıssaların anlatılmasının sebebi Kuran’ı okuyan insanların bunlardan dersler, ibretler çıkarmasıdır. Kuran’da Yusuf suresinde anlatılan Yusuf peygamberin hayatında da inananlar için pek çok çıkarılacak dersler ve örnek alınacak noktalar vardır.

Bu sureden çıkarılacak en önemli derslerden biri seçilmiş insanlar olan, Allah’tan vahiy alan peygamberlerin hayatlarının sanıldığının aksine çok zorlu ve sıkıntılı geçtiğidir. Peygamberlerin de zorluklarla olduğu kadar dünyevi nimetlerle ve haramlarla imtihan edildiğidir. Örneğin Yusuf Peygamber`in evinde kaldığı kadın kendisiyle beraber olmak istediğinde, Yusuf Peygamber de arzulamış olmasına rağmen, Allah korkusuyla bundan kaçınmasıdır.
12 – Yusuf Suresi – 23. Evinde bulunduğu kadın onu baştan çıkarmak istedi, kapıları kilitledi ve: “Tümüyle sana aidim, ” dedi. Dedi ki: “ALLAH`a sığınırım. O benim Rabbimdir (efendimdir), ki bana iyi bir yer verdi. Zalimler başarmaz. “
24. Kadın onu çok arzulamıştı, Rabbinin işaretini görmeseydi o da onu çok arzulamıştı. Böylece kötülük ve fenalığı ondan çevirdik. O, katışıksız kullarımızdandı.

Yusuf Peygamber sadece kendisi de arzulamış olmasına rağmen zina yapmaktan kaçınmamış bunun yanında bu tavrından dolayı yıllarca zindanda kalmıştır. Buna rağmen Yusuf peygamber metanetini korumuş ve sabredip Allah’a tevekkül etmiştir.
12 – Yusuf Suresi – 33. (Yusuf: ) “Rabbim, hapishane, onların beni çağırdığı şeyden daha iyidir. Planlarını benden savmazsan onlara meyledip cahillerden olurum, ” dedi.
34. Rabbi onun duasına yanıt verdi ve kadınların planlarını ondan savdı. O İşitendir, Bilendir.
35. Sonra, (vali ve adamları Yusuf`un suçzuzluğuna dair) kanıtları görmelerine rağmen, onu belli bir süreye kadar hapishaneye atmayı uygun gördüler.

Tüm bunlar ve Yusuf peygamber hakkında Yusuf suresinde diğer anlatılanlar inananlar için çok önemli dersler içermektedir. Bu ayetler bize inanan insanların hayatında zorluklar yaşayabileceğini dahası Allah rızası için yaptıklarından dolayı sıkıntıya girebileceğini hatta eziyet görebileceğini ancak bütün bu zorluklara sabretmesi gerektiğini çok güzel anlatıyor.

Kaynak: www.diniyazilar.com

Kendini Kınayan Benlik Olabilmek

İnsan yaşarken öyle bir kaptırıyor ki kendisini hayata, hep daha çok kazanmak istiyor. Daha başarılı olmak, daha zengin olmak, daha mutlu olmak gibi hedeflerin peşinden koşmakla geçiriyor ömrünü. Bu arada bırakın dini, ibadetleri falan ahlaklı ve iyi bir insan olmayı, başkaları için bir şeyler yapmayı aklından bile geçirmiyor çoğu zaman. Kuran’ın bir ayeti ise işte tam bu noktada insanlar için sarsıcı bir ifade içeriyor.

Öyle değil! Kendisini ısrarla kınayan benliğe de yemin ederim.
(75 Kıyamet Suresi -2)

Yani Allah bizlerden kendini kınayan benlikler olmamızı istiyor. Öyle modern insana pompalananlar gibi kendiniz sevin, kendinizi şımartın demiyor Allah. Kendinizi eleştirin diyor. Yaptıklarınız, hatta peşinde koşup durduklarınız gerçekten bu kadar değerli mi, gerçekten ömrünüzü doğru şeyler için mi harcıyorsunuz bir düşünün diyor. Aslında bir insanın ve tabi toplu olarak da bir topluluğun gelişebilmesi için çok geçerli bir yöntem bu. Her yaptığını sorgulayan, her yaptığının sonuçlarını değerlendirip iyi mi ettim kötü mü ettim diye düşünen insanlardan oluşan bir topluluk mutlaka zaman içerisinde kendisini düzeltecek ve daha iyi yerlere gelecektir.
Öyleyse Müslüman sormalı, eleştirmeli. Hani derler ya başını yastığa koyduğunda “daha iyi bir insan olabilmek, daha iyi bir mümin olabilmek için neler yapmalıyım?”, “neleri eksik yapıyorum?” diye sormalı kendine. Böyle birisi mutlaka Allah yolunda daha iyi bir Müslüman haline gelecektir. Zira kendini geliştirecek, Allah yolunda daha iyi işler yapmak için çabalayacaktır. Yani Müslüman kendini beğenmiş olmamalıdır, olamaz da aslında. Şöyle bir an dursa düşünse zaten ne çok eksiği olduğunu kolaylıkla görecektir.
Peki Allah bize böylesine önemli bir öğütte bulunurken, kaçımız bunun farkındayız? Dahası inanan insanlar olarak bizler böyle davranmaya, egolarımızı öldürmeye, başkalarını değil kendimizi kınamaya ne kadar hazırız?

Kaynak: www.diniyazilar.com

Bir Hadis..

Öfke şeytandandır.
Şeytan ise ateşten yaratılmıştır.
Ateşi söndüren de sudur.
Onun için, biriniz öfkelenince hemen abdest alsın.

- Hz. Muhammed (S.a.v)

İlim Sahipleri…

Kuran’ın çeşitli ayetlerinde akıl etmenin öneminden bahsedildiğini biliyoruz. Hatta pek çok ayette aklı kullanmak, düşünmek, sorgulamak müslümanlara emredilmektedir.
17 – İsra Suresi -
36. Bilmediğin bir şeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi o(yaptığı)ndan sorumludur.
10 – Yunus Suresi -
100. Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanmaz ve (Allah) pisliği (huzursuzluğu, azabı), akıllarını kullanmayanların üzerine kor.

Yukarıdaki ayetler ve bunun dışında pek çok ayette aklın önemi, akıl etmenin önemi belirtilmektedir. Bu yazıda dikkat çekmek istediğim ayet ise Fatır Suresindeki akıl etmek, ilim ve ilim sahipleri ile ilgili ayet olacak.
35 – Fatır Suresi -
28. İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak bilginler, Allah’tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah daima üstündür, çok bağışlayandır.

Yukarıdaki ayette Allah’ın kulları içinde ancak ilim sahiplerinin Allah’tan gereğince korkacağı belirtilirken; kanaatimce Kuran boyunca pek çok ayette tavsiye edilen aklı kullanmak, düşünmek, evreni ve diğer canlıları incelemek, varlık üzerine düşünmek eylemlerinin amacı ve bizlere faydası bu ayette vurgulanmaktadır. Kuran boyunca gerek göklerde gerek yerde gerekse canlılarda gerekse insanın kendi nefsinde Allah’ın varlığına dair işaretler, deliller olduğu belirtilir ve insanlara bu varlıkları incelemesi ve bu varlıklar üzerine düşünmeleri emredilir. Yani Kuran’da bilimsel araştırma ve felsefi düşünmenin teşvik edildiği söylenebilir. Tabi ki Kuran’a göre emredilen felsefi ve bilimsel araştırma Tanrı inancına ulaştıran, inancımızı güçlendiren yani dinen hayırlı yöne sevk eden araştırmadır.
Yine Kuran’ın çeşitli ayetlerinde belirtildiği gibi Allah katında makbul olan iman taklit yoluyla edinilen, atalardan, büyüklerden, anne, babadan miras alınan iman yani taklidi iman değil de gerek Kuran gerekse evrendeki ayet ve delilleri inceleyerek, okuyarak ve bunlar üzerine düşünerek ve sorgulayarak edinilen tahkiki imandır. Fatır Suresindeki bu ayet de bana göre tahkiki imanın taklidi imana göre üstünlüğünü ifade etmektedir. Çünkü ancak ilim sahibi bir müslüman, Kuran ve evreni inceleyen, sorgulayan, bunlar üzerine düşünen bir kişi gerçek imana sahip olabilir ve Allah’tan gereğince korkabilir. Ancak Allah’tan gereğince korkan bir müslüman da Allah’ın yasaklarından gereğince, hiç tereddütsüz bir biçimde sakınabilir, Allah rızası için gerektiği gibi bocalamadan çalışabilir, Allah’ın emirlerini gerektiği gibi yerine getirebilir.
Kaynak: www.diniyazilar.com