30 Haziran 2013 Pazar

Bir Ayet..

“ Bazınızı, bazınızla imtihân edeceğiz. . .”

| En’am Sûresi, 6/53

ZAMAN…


ZAMAN…

Bir bakmışsın 18 olmuşsun, lise bitmiş…
Bir bakmışsın, üniversite bitmiş, iş arıyorsun…
Bir bakmışsın, (aşık olmuş) evlenmişsin…
Bir bakmışsın, elinden bir çocuk tutuyor, sana “anne” diyor…
Bir bakmışsın, diğer elinde başka bir çocuk, yine ağzından “anne” çıkıyor…
Bir bakmışsın, çocuklar ADAM olmuşlar, artık elini tutmuyorlar…
Bir bakmışsın, yüzündeki çizgiler artık genç değilsin diyor…
Bir bakmışsın, ölmüşsün, ahirette dünyanın hesabını vermeye çalışıyorsun…
CEVAP
?

Bir Söz..

Hani melekler sormuştu RABBİMİZE;
- ''Senin en sevdiğin kulun O iken,
Neden O`nu bu kadar ızdırapla imtihan ediyorsun'' ?..
- Hem yetim, hem öksüz, hem kimsesiz...
Ne buyurmuştu RABBİMİZ ?

-''Kimseye güvenmesin,
Hep benden istesin, bana sığınsın diye''

29 Haziran 2013 Cumartesi

Sahih Hadis Ne Kadar Güvenilir?

Bir hadis sahih ise, bu gerçekleri yansıtıyor anlamına gelmez. Bu sadece şu demek: şu hadis Buharinin sistemine göre sahih. Buhari ise peygamberin vefatından 200 sene sonra geldi. Ne peygamberi ne de sahabeyi gördü. Hadis zinciri ne kadar zayıf bir sistem olduğu şu örnekle anlaşılır

1. Peygamber bir şey dedi ve yaptı
2. Sahebe gördü
3. Sahabe A kişiye söyledi
4. A kişi B kişiye verdi
5. B kişi C kişiye verdi
6. C kişi D kişiye verdi
7. Buhari de D kişiden duydu ki D dedi ki C kişi B kişiden duymuş B kişi de A kişiden duymuş ki sahabe demiş ki peygamber şöyle böyle demiş veya yapmış.
Yani sonuç olarak her şey D kişiye bağlı. Bu D kişi de ne peygamberi gördü ne de sahabeyi gördü 200 sene sonra yaşadığına göre. Buhariye göre bu insanlar çok samimi ve dürüst müslümanlar olmalı sahih olması için. Ama Buhari bunu nerden anlayacak ki? Kuran diyor ki münafıkler için:
‘Onları gördüğünde gövdeleri hoşuna gider. Bir şey konuşsalar sözlerine kulak verirsin.’ (Kuran 63:4)

Yani sen iyi bir müslüman sanarsın ama halbuki münafıkın tekidir. O yüzden hiç bir zaman bilemezsin kim nasıl bir insan diye. Hele hele içten nasıl biri hiç bilemezsin.
Kuran durmadan münafıklere karşı uyarıyor. Bunlar müslüman derler kendilerine, ama öyle bir gizlice zarar verir ki 2000 sene ayakta uyuyar ümmet.  Münafıkler her zaman vardı var olacaktır aramızda. Bu Kuran ayetleri peygamberimizin zamanında indi. Kuran müslüman diye geçinen münafıklara karşı uyarıyor bizleri. Yani sahabe sandığınız insanlar bile münafık olabilir. Çünkü Kuran bunlar kendilerine iman ediyoruz derler, halbuki münafıkların ta kendileridir. Ve bu insanlar peygamberin çevresinde yaşayan insanlardı. Sahabe diye geçinen insanlardı. Peygamber zamanında böyleyse, kim bilir Buhari zamaninda nasıl bir ortamdır.
Müslümanlar sanıyor ki Mekke fetih edildikten sonra peygamberimizin zamanında, Mekke temizlendi. Halbuki bunlar açık olan müşriklerdi. Ama en tehlikelisi gizli munafıklardır. Ve bunlar her zaman aramızda olacak. Peygamberin yanında oldukları gibi. Ama nerde öğüt alan.
Yani hadis böyle demiş şöyle demiş, geçersizdir Kuran’ın açık hükümlerinin yanında. Uydurma haramları dine sokmak Allah’ı bırakıp şeytana kul olmaktır. Kuran der ki böyle ekstra haramlara karşı,
‘Söyle: “Allah şunu haram etmiştir diye şahitlerinizi getirin.” Eğer tanıklık ederlerse sakın onlarla birlikte tanıklık etme! (Kuran 6:150)

Gördüğümüz gibi Allah diyor ki öyle şu şahit şöyle demiş bu şahit böyle demek yeterli değil Allah’ın dinine bir şey sokacaksan. Bildiğimiz gibi zaten Buhari de şahitlere bakarak hadisleri topluyor. O yüzden böyle fazladan haram duyunca hemen bu ayeti okuyun: ‘Söyle: “Allah şunu haram etmiştir diye şahitlerinizi getirin.”
Ve elbet müşrikler yine de Allah’ın kitabında ve ayeti olmadığı halde tanıklık edecekler. O zaman Kuran diyor ki: Eğer tanıklık ederlerse sakın onlarla birlikte tanıklık etme! İşte gerçek bir müslüman bunu yapmalı Kuran’a göre. Bu ayet gösteriyor ki hiç bir şahitlik sistemi yetmez Kuran dışı haram koymak için. Kuran diyor ki: ‘Eğer tanıklık ederlerse sakın onlarla birlikte tanıklık etme!’
İşte bu yol Allah’ın yoludur. Ama eğer bu ayetleri görmezlikten gelirseniz, Allah’ın yolunu bırakırsanız başka görüşlere giderseniz, şu ayeti de okuyun:
‘Bu Benim dosdoğru yolumdur, onu izleyin, başka yolları izlemeyin! Yoksa bu hal sizi O’nun yolundan uzaklaştırıp parçalara böler. Sakınıp korunasınız diye O bunu önermiştir size.’ (Kuran 6:153)

Ve elbet müşrikler yine de Allah’ın kitabında ve ayeti olmadığı halde tanıklık edecekler. O zaman Kuran diyor ki: ‘Eğer tanıklık ederlerse sakın onlarla birlikte tanıklık etme! İşte gerçek bir müslüman bunu yapmalı Kuran’a göre. İşte bu yol Allah’ın yoludur. Ama eğer bu ayetleri görmezlikten gelirseniz, Allah’ın yolunu bırakırsanız başka görüşlere giderseniz, şu ayeti de okuyun:

Bu Benim dosdoğru yolumdur, onu izleyin, başka yolları izlemeyin! Yoksa bu hal sizi O’nun yolundan uzaklaştırıp parçalara böler. Sakınıp korunasınız diye O bunu önermiştir size.’ (Kuran 6:153)

Kaynak: www.diniyazilar.com

DİN!

Din olayını yanlış anlıyoruz bence çünkü

Din tapınma değil kendine yararlı olacak şeyleri yapmanı EMİR eder neden peki?
Din neden iman üzerine kuruludur?
Din Emir eder çünkü sen anlamasan da senin için en hayırlısını ister.
Ben neden anlamıyorum peki?
Çünkü sen eğer normal hiç bu konuları düşünmeden hayatın nasıl olacak biliyor musun?
Aynen bir hayvan gibi nasıl şöyle; doğarsın annenin babanın yani çevrendekilerin seni şartlandırır onu böyle yap, şunu böyle yap onlarda aynı şekilde öğrenmiştir zaten hiç düşünmeden. Bilinç altına kazırlar bunları.
Sonra genç olursun asıl kullanman gereken beynini atar bir köşeye 2. Beynin ile (vehim, şeytan) oradan oraya amaçsızca bedeninin gereklerini yaparak yersin içersin bunun sonucu olarak karşı cins peşinde koşarsın budur hayatın.
Okulu zor görüp sıkılırsın (aslında hiç de öyle değildir!). Seni büyüten ailene saygısızlık yapar bağırır çağırır sürekli isyan edersin beynin en verimli zamanında boş işlerle uğraşırsın. Biri namaz kıl dedimi 40 yaşına bir geleyim kılarım şimdi gençliğimi boşa mı harcayım dersin; gençlik gider böyle. (tabi bunlar doğal olarak böyledir eğer müdahale yapmazsan hep böyle gider)
Sonra işe gidersin ona söversin bunun arkasından konuşur eve gelir para pul derdine girer sinirlenir gıybet eder hayatını yine boş işlerle geçirir yaşlanırsın. Yaşlanınca çok yaşlandım nasıl namaz kılayım nasıl Kuran okuyayım görmüyor gözlerim gibi bahanelerin altına saklanır bir hayvan gibi ölür gidersin…
Bunları fark edecek kapasiten yoksa iman edersin yapman gerekenleri yapar düşünmeden de olsa belli bir güç ile cenneti elde edersin. Cennetin mertebeleri vardır. En altta olursun sadece bu kadarı bana yeter diyorsan. Yok ben daha fazlasını isterim diyorsan. Ben bu konuları anlamalıyım o zaman araştırır OKUrsun neyin neyle nasıl bir bağlantısı olduğunu anlarsın. İmanı öyle bir yaşarsın ki o imanı senden alamaz hiç kimse. Neden iman konusu burda boyut değiştirir sen namazın nasıl bir enerji verdiğini orucun neye yaradığını öğrenirsen ve düzgün bakarsan anlarsın ki benim anladığım hiç bir şeymiş bunun dahada ötesi vardır der bunları düşünürsün. Ama nasıl bir şey olduğunu asıl öldükten sonra göreceksin. Şimdi de sonucunu yaşayacaksın ama öldükten sonrakinin yanında kıyasa bile girmez. Bu dünyada hissettiklerin seni burada da cennete kavuşturur yaprak gibi savrulmaktansa emin adımlarla cennete gidersin ve bununda sonucunu yaşarsın!
Sakın unutma bu dünyada yapmadığın bir şeyin karşılığını almayacaksın öldükten sonra!
Kaynak: www.diniyazilar.com

Kur’an`ı Bolca Okumalıyız, Ama nasıl Okumalıyız

Allah Kur’an`ı, sizlere rehber olsun diye indirdim der bizlere. Madem rehberimiz Kur’an, onun tüm ayetlerine koşulsuz iman etmeliyiz. Öyleyse ayetlerin emredildiği şekliyle,  değiştirmeden, bazı ayetleri görmezden gelmeden, gerçek manasıyla hayatımıza geçirmeliyiz ki, Allah`ın nurundan, rehberliğinden gerektiği ölçüde istifade edebilelim.

Allah bizlere, rehber olsun diye indirdiği Kur’an`ı, yalnız sizler için rehberdir diyerek, serbest bırakmamıştır bizleri. Çok açık ve net bir hüküm veriyor Zühruf suresi 44. ayetinde ve bakın ne diyor?

BU KİTAPTAN SORUMLU TUTULACAKSINIZ.

Madem Kur’an`dan sorumlu tutulacağız, hesaba çekileceğiz, o zaman sorumlu olduğumuz, Kur’an`ı anlamaya çalışırken izlememiz gereken yol, yöntem nedir, onu önce doğru anlamalıyız.
Kur’an`a baktığımızda, bizlerin anlamadığı bir dilden yazıldığını görürüz. Bu durumda ne yapmalıyız? Çünkü Yaradan büyük bir sorumluluk yüklemiş bizlere ve demiş ki, bu kitaptan hesaba çekeceğim sizleri.
Şöyle düşünelim, acaba sorumlu olduğumuz, imtihana çekileceğimiz Kur’an`ı anlayabilmemiz için, Arapça bilmeyen tüm toplumların, Arapça mı öğrenmesi gerekir? Allah böyle bir zorlukla, bizleri karşı karşıya bırakır da, birde ondan sorumlu tutar mı? Önce bu soruya, doğru cevap bulmalıyız.
Bazı kesimin söylediği gibi, Kur’an başka dillere, tam olarak çevrilemez mi? Bu düşünce Kur’an`dan, asla onay almaz. Çünkü Allah, yemin olsun ki sizler için, bu kitabı kolaylaştırdım diyorsa birçok kez ayetlerinde, başka dile tam olarak çevrilmeyen bir rehber gönderip, daha sonrada tüm kullarını sorumlu asla tutmaz. Bu düşünce, Allah`ın adaletine büyük saygısızlıktır. Lütfen bunu unutmayalım.
Peki, Allah Kur’an`ı neden Arapça indirmiş? Gelin şimdi onu anlayalım ki, bizlere yol göstersin.

Fussilet 44: Eğer biz bu Kur’ân’ı yabancı bir dilde indirseydik, onlar kesinlikle, “Ayetlerinin açıklanması gerekmez miydi? Bir Arap’a yabancı bir dille söylenir mi?” diyeceklerdi. De ki: “O, inananlar için bir yol gösterici ve gönüllerine şifadır. Kâfirlerin kulaklarında ağırlık vardır ve Kur’ân onlara kapalıdır; sanki onlara uzak bir yerden sesleniliyor.”

Rabbimiz ne kadar güzel açıklamış değil mi dostlar, Kur’an`ın neden Arapça indirildiğini. Eğer yabancı bir dilde indirseydik, itiraz ederdiniz ve bizim anlamadığımız dilden indirilir mi Kur’an derdiniz diyor.
İşte aynı soruyu bugün bizler, Kur’an başka dile tam olarak çevrilmez, diyenlere sormalıyız ve demeliyiz ki;
ALLAH ARAPÇADAN BAŞKA DİLE, TAM OLARAK ÇEVRİLMEYEN BİR REHBER GÖNDERİP, DAHA SONRA TÜM ALEMİ KUR’AN`DAN MI SORUMLU TUTACAK?
Ne dersiniz, Rabbimiz başka dile tam çevrilmeyen bir rehber gönderip, daha sonra tüm kullarını sorumlu tutar mı? Elbette mümkün değil. Allah`ın adaletini bu denli basitleştirenler, elbette bunun hesabını mahşer günü vereceklerdir.
Lütfen Fussilet 44. ayeti tekrar okuyalım ve Rabbimiz neden Kur’an`ı Arapça indirmiş, onu önce çok iyi anlayalım. Eğer ayetlerin manalarını, anlatmak istediklerini doğru anlayamazsak, ondan gereği gibi istifade etmemizde mümkün olmayacaktır.
Yaradan yukarıdaki ayetle, Kur’an ile ilk muhatap olan toplumların elinden, öne sürebilecekleri bahanelerini alıyor ve o toplumun anladıkları dilden, apaçık indiriyor Kur’an`ı. Peki ya diğer toplumların durumu ne olacak?
BU DURUMDA ARAP OLMAYAN, TÜM YARATTIĞI KULLARINA, BAHANE YARATABİLECEK BİR DURUMLA KARŞI KARŞIYA BIRAKIR DA, BAŞKA DİLLERE TAM OLARAK ÇEVRİLMESİ MÜMKÜN OLMAYAN, BİR REHBER KİTAP İNDİRİP, DAHA SONRADA BU KİTAPTAN HESAP SORAR MI SİZCE RABBİMİZ?
Elbette böyle bir düşünce, Allah`a ve Kur’an`a saygısızlıktır. Peki, bu düşüncelere nereden kapılıyoruz? Kur’an`ı rehber almayıp, sanı ve rivayetler ile Kur’an`ı anlamaya çalışırsak, böyle bir sonuç çıkması kaçınılmaz olacaktır.
Günümüzde bizlere öğretilen bir yanlışta, sen anlamını bilmesen de Kur’an`ı oku, Allah sevap yazar mantığıdır. Önce sevabın ne olduğunu, doğru anlamalıyız.
Sevap, Allah`ın istediği, hoşnut olduğu bir değeri üretmekle kazanılır, önce bunun bilincine varmalıyız. Bu değeri üretmeninde yolunu, Kur’an öğretir bizlere. Eğer bizler Kur’an`ı anlamadan okuyorsak, nasıl olur da bir değer üretmenin yolunu öğrenmeden, güzel bir başarıyı ortaya çıkarmadan, sevap kazanacağımızı söyleriz ve buna inanırız? Bakın Rabbimiz bizleri ne için yaratmış.

Mülk 2:”O hanginizin daha güzel iş yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O üstündür, bağışlayandır”

Elbette Arapçasından okumamızda, hiçbir sakınca yok. Ama önce Kur’an`ın indiriliş amacını yerine getirmek için bilerek, anlayarak, düşünerek okumalıyız ki, onun rehberliğinden gereği gibi istifade ederek, sevap kazanabilelim.
Ben iyilik yapacağım, ben zekât vereceğim, ben namaz kılacağım, ben doğru ve güzel işler yapan bir insan olacağım demekle mi sevap kazanırız, yoksa bu güzellikleri hayatımıza geçirmekle mi sevap kazanırız?
Okulda imtihan yapan öğretmene, hocam ben kitabı çok okudum, dememiz mi bizlere yüksek not aldırır, yoksa imtihana girip, dersimizi çalıştığımızı hocamıza kanıtladığımızda mı geçerli not alırız?
Lütfen bizleri Allah ile aldatanların oyununa, artık gelmeyelim. Kur’an gerçeklerinden bizleri uzaklaştırıp, kendi nefislerinin esaretine alanların oyunlarını, FURKAN ile bozalım. Kur’an ile aramıza ördüğümüz, beşeri duvarları yıkalım ki, Rabbin istediği gerçek kullar olabilelim.
Tüm İslam âlemi, Kur’an`ı anlamasa da bolca okuyor, hatta bir makam ilave ederek, kulağa hoş gelen güzel okuma yarışmaları da yapıyor.  Ama Allah`ın istediği ölçüde, amaçta okumadığımız için,  sonuca ulaşamıyoruz, okuduğumuzla kalıyoruz.
Okuduklarımızın meyvesini ortaya çıkarmadığımız sürece, Allah`ın istediği bir toplum olmamızda, asla mümkün olmayacaktır.
Allah Kur’an`da düşünmeye, aklımızı kullanmaya çok önem verdiğini gösterir ayetlerinde. Bizler İslam toplumu olarak, din ve iman konusunda düşünen, aklını kullanan, sorgulayan bir toplum olamadığımız içindir ki, dinde bölündük, parçalandık, yetmiyormuş gibi, birbirimize düşman olduk.
Demek ki Kur’an`ı çok okumakla değil, GEREĞİ GİBİ OKUMAKLA ve okuduğumuzu anlayıp, yaşamımıza geçirmekle huzuru, mutluluğu yakalarız. Kur’an`ı böyle okumakla, onun rehberliğinden istifade ederiz. Elbette bu şekilde ancak sevap kazanabiliriz, bunu unutmayalım.
Demek ki Kur’an`ı mutlaka, ANLADIĞIMIZ DİLDEN OKUMALIYMIŞIZ. Hatırlayınız Allah`ın indirdiği tüm kitaplar, o günkü toplumun dili ile indirildi. Anlasınlar, düşünsünler ve onlara rehber olsun diye.
Hıristiyan toplumlarda, ruhban sınıfının güç kaybetmemesi ve toplumu istedikleri gibi yönetebilmek için, onlarda yüzlerce yıl, indirilen İncil`i başka dillere tercüme ettirmediler. Bunun günah olduğunu söylediler. Böylece ruhban sınıfı, Allah`ın dinini, kendi nefis ve ihtirasları yönünde yönettiler. Daha sonra toplumların bilinçlenmeleri sonunda, bu yanlışın farkına vardılar. Şimdi her ülke, kendi dilinden okuyor İncili.
Buradan da anlaşılıyor ki, ilk yapmamız gereken, Kur’an`ı anladığımız dilden okumak. Niçin anlayarak okumalıyız, sanırım burası önemli.

Duhan 58: Böylece biz Kur’ân’ı senin kendi dilinde kolay anlaşılır kıldık ki, DÜŞÜNÜP ÖĞÜT ALSINLAR.

Demek ki anlayarak okumamızın asıl nedeni düşünmek, aklımızı devreye sokmak içinmiş. Rabbimiz Kur’an`ı, öğüt almanız için indirdim demiyor muydu? Ama bugüne kadar birileri, siz Kur’an`ı anlayamazsınız, onu veli insanlar anlar demiyorlar mıydı bizlere?
Ne dersiniz, bizler Allah`ın söylediği gibi, Kur’an`ın muhkem ayetlerini anlayarak, düşünerek okuduğumuzda, anlamamız mümkün değildir diyenlere, inanmalı mıyız bu durumda?
Yoksa Rahmanın söylediği gibi, ayetlerin üzerinde düşündüğümüzde, aklımızı kullandığımızda anlayabilir miyiz? Bunun kararını herkes kendisi verecektir. Bakın Allah bu sorumuza nasıl cevap veriyor.

Muhammet 24: Peki bunlar, Kur’an’ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var?

Ne yazık ki düşünen bir toplum olmaktan çıkarıldık. Sorgusuz itaat eden bir toplum olduk. Kalplerimiz kilitli, kilidi açıp aydınlığı, gerçekleri görebilmemiz için, anahtarını Kur’an`dan almak yerine, beşerin kitaplarından almaya çalıştık. Öyle olunca da, sonuç ortada, ama farkında bile değiliz.
Madem imtihanımız Kur’an`dan, onun tam olarak her dile çevrilemediğini ve herkesin Kur’an`ın muhkem ayetlerini anlayamayacağını söylememiz, sizce Rabbimize karşı nasıl bir saygısızlıktır, bunun farkın damıyız? Böyle bir zorlukla Allah, kullarını imtihan eder mi?
Her zaman verdiğim örneği, tekrar vermek istiyorum. Okuldayız ve öğretmenimiz bizlerin sınıf geçme imtihanı için bir kitap dağıttı. Bu kitabı okuyun, sizleri bu kitaptan imtihan edeceğim dedi. Bizler baktık ki kitap, bizlerin anlamadığı bir dilden yazılmış. Bu durumda öğrenciler olarak, öğretmene karşı tavrımız ne olur?
Samimiyetimle söylüyorum, sınıfın tamamı güler ve öğretmenin şaka yaptığını bilir, kimse ciddiye bile almaz.
Peki, bizlere aynı yol ve yöntemi, çok daha ciddi bir konuda, yani imanımız konusunda yapanlara karşı, neden aynı tavrı takınmıyoruz. Bizler o sınıfın öğrencileri kadar olamıyor muyuz yoksa?
Sizler Kur’an`ı anlayamazsınız diyenlere itiraz edip, Allah bizleri Kur’an`dan imtihan edeceğini söylüyorsa, nasıl olur da bizler Kur’an`ı anlayamayız, böyle bir imtihan, mantık olur mu, neden demiyoruz?
İşimize öyle geliyor. İmtihana bizzat çalışmak, çaba göstermek yerine, birileri bizim yerimize çalışıp, bizlerin imtihanını kolaylaştırsın diye düşünüyoruz. Ama yanılıyoruz. Gerçekleri göremiyoruz, çünkü kalplerimiz mühürlü, mühürü açmak için, hiçbir çaba harcamıyoruz.
Ya yanlış bir yol üzerinde ise, güvendikleri kişiler, edindikleri veliler, şeyhler, dervişler, efendiler. Allah İslam dininde, ruhban sınıfı yoktur derken, sizce neyi kast ediyor olabilir?
Hiç kimsenin, bir başkasının yerine imtihanını yaşayamayacağı, hiç kimseyi din ve iman adına yönlendirme yetkisinin olmadığıdır, ruhban sınıfının dinde olmaması.
Ama bizler, hem İslam dininde ruhban sınıfı yoktur deriz, hem de velisi, şeyhi olmayan cennete gidemez diyerek, iman ettiğimiz onca ayetin tersini yapmakta, bir sakınca görmeyiz. Çünkü nefsimizin azgınlığı, ayetleri görmemizi engeller de ondan.
Allah çok dikkat çekici bir uyarıda bulunur, bu konuda Kur’an`da. Elbette beşerin sözlerini daha çok öğüt olarak aldığımız için, Rabbin bu gerçeklerini göremiyoruz.

Araf 3: “Rabbinizin katından size indirilene uyun; O’ndan başka önderlerin (velilerin) ardından gitmeyin. Ne kadar az tutuyorsunuz aklınızda, bu (öğüdü).

Allah çok açık bir uyarıda bulunuyor ve Rabbinizin katından size indirilene uyun diyor. Tüm bunları okuyoruz ve inandık diyoruz. İşte bundan sonra hayatımızda yaşadıklarımızla, ayetlerin tam tersini yapacak kapıyı aralıyoruz ve diyoruz ki, Allah katından indirilenleri, bizler anlayamayız.
Düşünebiliyor musunuz Allah, kullarının anlayacağı şekliyle indirmiyor, bizleri başka velilere mi muhtaç ediyor? Ayetin devamındaki sözler, aslında bunları söyleyenleri yalanlıyor ve bakın ne diyor.
(O’ndan başka önderlerin (velilerin) ardından gitmeyin.)
Aslında ayetler o kadar açık ve net her şeyi söylüyor ki anlayana, anlamak isteyene elbette. Allah bizleri Kur’an dışından, hiçbir kaynağa yönlendirmiyor. Her bilgininde Kur’an`da apaçık ve birçok örneklerle açıklandığını yazıyor. Hiçbir eksik olmadığını dahi söylüyor bizlere. Ayrıca din ve iman adına, beşeri kişilerin de veli-önder edinilmesini de yasaklıyor.
Burada bahsedilen, düşünmeden Kur’an`ın rehberliğinden uzak, kişileri din adına önderler, veliler edinilmesinin yanlış olduğudur. Yoksa din adına başka kitaplar okumayın, sorup araştırmayın anlamında elbette değildir.
Bizler ilk önce Kur’an`ı anlayarak, üzerinde düşünerek Allah`ın bizlerden neler istediğini öğrenmek için çaba harcamalıyız. Yani imanımız adına, önce temeli bizler atmalıyız ki, üzerine bina edeceğimiz imanımız, sağlam temellerde olsun.
Daha sonrada bu konularla ilgili, tüm kitapları okumalı ve her bilgiden istifade etmeliyiz. Ufkumuzu genişletmeliyiz. Çünkü hepimiz aynı kapasitede değiliz, BİRBİRİMİZDEN MUTLAKA YARDIM ALMALIYIZ.
İMTİHANINDA GEREĞİ, BU DEĞİL Mİ ZATEN? KİM EN DOĞRU BİLGİYİ, EN DOĞRU KAYNAKTAN ALIR, ARAŞTIRIR VE DOĞRU SONUCU BULURSA, İMTİHANDA DA EN GEÇERLİ NOTU O ALACAKTIR.
Kur’an öğüt almamız için indirildiyse eğer bizlere, onu önce anlayarak okumalıyız. Daha sonrada yapmamız gerekeni, Rabbimiz onlarca ayetinde, bakın ayetlerin sonunda ne söyleyerek bizleri uyarıyor.
(Hâlâ düşünmüyor musunuz? Yemin olsun ki, biz, Kuran’ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var, Ayetleri size açık-seçik bildiriyoruz ki, aklınızı işletebilesiniz. Allah, ayetleri size işte böyle açıklar ki, derin derin düşünebilesiniz. Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız? Biz benzetmeleri insanlar için yapıyoruz ki, inceden inceye düşünebilsinler. Düşünüp taşınacak da öğüt kendisine yarayacak. Dileyen onu düşünüp öğüt alır.)
Allah bu sözleri, boşuna söylemiyor bizlere. Düşünelim, aklımızı kullanalım, imtihanımızda emin olmayan kişilerin ardına düşmeden, öğüt alalım diye bizleri uyarıyor.
Açıkçası İslam toplumlarında, ruhban sınıfı İslam dininde yok ayetlerini gördüğümüz halde, diğer dinlerden daha etkili ve daha güçlü bir ruhban sınıfı yarattık kendimize.
Bugün büyük çoğunluğumuzun, bu yanlışı görmesi fark etmesi, artık imkânsız görünüyor. Bizlere düşen, batan gemiden kendimizi kurtarmanın yollarını aramak olmalıdır.
Peygamberimizin de mahşer günü söyleyeceği gibi, artık İslam toplumu Kur’an`ı yüksek bir yere asarak, onu anlaşılması zor ve her şeyin olmadığı bir kitap ilan ederek, DEVRE DIŞI BIRAKTI. Edindikleri velilerin, şeyhlerin, dervişlerin kitapları ise baş tacı, rehberler oldu.
Çok zor bir dönemden geçiyoruz. Adeta Nuh tufanı misali. Kurtuluşa ermek isteyenlere reçete, apaçık önümüzde duruyor. Kurtuluşa ermek isteyenler, Rabbin sözlerine kulak versin.

Enbiya 10: And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?

Yorum ve karar sizlerin. İsteyen ben Kur’an`ı anlayamam der, emin olamadığımız, beşerin sözlerine uyar. İsteyen önümüzdeki apaçık Rabbin ayetlerini okur ve üzerinde düşünerek, imtihanına bizzat hazırlanır. Sizce hangi yol, en garantili olanıdır?
Hangi imtihan vardır ki bir çaba harcamadan, başka birisinin verdiği kopyalarla başarı elde etsin. Kur’an`dan imtihan olduğumuza iman ettiğimizi söylüyorsak, lütfen imtihan olmanın gerçeklerini göz ardı ederek, bir bilinmeyenin ardına düşmeyelim.
Mahşer günü edindikleri dostların, velilerin kendilerini yanlışa götürdüklerini gördüklerinde, pişman olduklarında söyleyecekleri sözleri, sizlere ibret olsun diye tekrar hatırlatıyorum.

Furkan 28: “Yazıklar olsun bana, keşke falanı dost-veli edinmeseydim!”
29. “Andolsun, Kur’an bana geldikten sonra beni ondan o saptırdı. Zaten şeytan insanı yardımcısız bırakıverir.”

Dilerim cümlemiz, Kur’an`ı anlamak adına çaba harcayan, Onu anlaşılması zor ilan etmeden onun ipine sarılan, ayetler üzerinde düşünen aklını kullanarak iman eden, mahşer günüde, bu dünyada yaptıklarından pişmanlık duymayan, Rabbin halis kullarından oluruz.

Kaynak: www.diniyazilar.com

Apaçık Delil mi Arıyorsun?

“Gök Gürlüyor, Duymuyor musun?”

Normal geliyor sana değil mi? Bak gök gürlüyor ve şelale gibi akıyor yine bulutlar. Düşün bir an için… Olmasaydı bulut diye bir şey, olmasaydı yağmurlar ve olmasaydı gök gürültüsü veya gök gürültüsüz bir fizik kanunuyla yağsaydı yağmur! Öyle bir dünya düzeni olsaydı da bunlarsız yaşansaydı hayat! Ve bir gün aniden bulutlar kaplasaydı semayı ve elektriklenseydi gökyüzü. Bir ışık aniden aydınlatsaydı yüzümüzü ve ardından gök gürleseydi haykırır gibi kulağımıza! Ne korkardık değil mi? Ne büyük bir şaşkınlığa uğrardık! İşte apaçık bir delil gelmiş olmaz mıydı!!!
Olmasaydı yeryüzünde rengârenk bitkiler! Her yer sadece çimlere bezenseydi ve hep böyle görseydik çevremizi. Olmasaydı yüzbinlerce çiçek çeşidi ve belki de milyonlarca milyarlarca gül, menekşe, lale, hanımeli… Ve bir sabah baksaydık, çimlerin arasından o ana kadar tanımadığımız bir papatya bitivermiş! Yeşil, küçük ve zarif bir dalın tepesinde bembeyaz yapraklar ve ortasında parlak sarı tohumlar! Bu nasıl oldu da oldu diyerek, şaşkınlıklar içerisinde kalmaz mıydık? İşte apaçık bir delil gelmiş olmaz mıydı!!!
Bilmeseydik renklerini doğanın! Ne ağacın yeşilini, ne denizin mavisini, ne kar’ın beyazını! Açık koyu tek renk tonlarla algılıyor olsaydık her cismi, her maddeyi! Ve bir gün aniden gözlerimizi açtığımızda masmavi dalgaların sahilimize vurduğunu, yaprakların yemyeşil olduğunu, sokakta top oynayan küçük beyin eve döndüğünde yanaklarının kıpkırmızı kesildiğini ve kocaman kahverengi gözleriyle bize baktığını görseydik! Yerimizde kalakalır, tüylerimiz kabarır ve nereden çıktı bu renk cümbüşü demez miydik? İşte apaçık bir delil gelmiş olmaz mıydı!!!
Olmasaydı kulaklarımız! Normal saysaydık kulaksız doğmayı. Hiçbir ses duymasak, gözümüzle fark etmediğimiz hiçbir şeye bakma ihtiyacı hissetmeseydik! Ve bir gün bir kızımız doğsaydı, kafasının iki yanında iki garip nesne!!! Kızımız insanlardan utanmasın diye gizlemez miydik bu ucube yavrumuzun kulaklarını! Özürlü gibi büyüse ve bir gün alışkın olduğumuz işaret diliyle deseydi “ben bir şeyler duyuyorum anne”! Alıp hekime götürseydik ne oldu bu kıza diye! Bilim adamları üzerinde deneyler yapsaydı kızımızın! Ve anlasaydık ki yavrumuz bizim algılayamadığımız şeyler algılıyor. Gözünün bakmadığı yerde olan hareketleri fark ediyor. Şimdi bak, bir tek o özürlü doğmuş kızcağız değil hepimiz ucubeyiz ve sesler duyuyoruz da üstünde bile duymuyoruz! İşte apaçık deliller içinde yaşamıyor muyuz!!!
Olmasaydı düşünme diye bir becerimiz! Önümüze ne çıkarsa onu yapıyor olsaydık. Bir meyve ağacına denk geldiğimizde koparıp yesek, birkaç yünü kabarmış koyun gördüğümüzde yaslanıp uyusak, bir su birikintisine rastladığımızda avucumuza alıp içmeye çalışsak, hiçbir şeyi problem saymasak, geleni alsak da hiç seçmesek, hiç biriktirmesek, yılanı gördüğümüzde korksak ama kaçmayı bilemesek ve gökten bir kitap düştüğünde açıp okuyabilsek ve sadece dediğini yapsaydık! Bir an devran değişseydi ardından ve kafamıza düşen o kitabı açıp okuduğumuzda aniden düşünmeye başlasaydık! Nasıl bir karmaşa yaşardık ve nasıl bir düğüm çözülmesi olurdu beynimizde! Nasıl atardı kalbimiz küt küt! Dur bir dakika, ben düşünebiliyorum derken, ilahi özgürlüğü fark edip, çığlık çığlığa semaya şükürle haykırmaz mıydık!!! İşte apaçık bir delil gelmiş olmaz mıydı!!!
Her şey ne kadar da normal geliyor değil mi? Defalarca gök gürlerken, ha bire şimşekler çakarken, altındaki bilimsel tecrübemiz ve çözümlememizle basit bir doğa olayı deyip geçiyoruz. Milyonlarca çiçek her bahar biterken topraktan “ne güzel kokuyor”dan öte bir şey değilmiş gibi geliyor ve üzerine basıp geçiyoruz. Doğal hayatımızdaki renk cümbüşünü hiçe sayıp hd çözünürlükle görüntü veren televizyon ekranları üretenlere hayran kalıyoruz. Sesler duyuyor, dokunuyor, kokluyor, anlıyor, ayrıştırıyor ve seçiyoruz… Ve kitaplar… Ve Kur’an… Bırakın düşünmeyi, okumuyoruz bile, ne yazıyor içinde diye! Ortalık ayetten geçilmezken, bizim tepemize alışık olmadığımız bir mucize gelmesini bekliyoruz, inanmak ve anlamak için!!!
İşte biz bu kadar cahil, nankör ve zalimiz! Kimimiz bilimsel olarak açıklayabildiğimiz için Yaratan’ı reddediyor, kimimiz açıklayamadığımız şeyleri Allah’tandır diyerek kuru kuruya inanıyoruz. Allah’ım ne kadar cahiliz, ne kadar kendimize kötülük yapıyoruz, ne kadar düşünmeziz!!! Ayetsiz (kitaptan ayet almaksızın) bir tefekkür olsun diyerek başlıyoruz. Ayetlere boğuluyoruz! Tabiat kelime kelime olmuş, hayatlar cüz olmuş, kâinat kitap olmuş, okumuyoruz da anlayamıyoruz! Ve bir de bakıyorsun ki o yüz on dört surede bunlar zaten anlatılmış. Bir kez daha anlıyoruz ki, bu kitapta (Kuran’da) hiçbir şey eksik bırakılmamış…
kalemzade.net
twitter: @kalemzade

Mevlana’nın Firavun ile ilgili söyledikleri doğru mudur?

Sosyal medya dediğimiz twitter facebook vs gibi ortamlar dünyada olduğu gibi ülkemizde de oldukça yayginlaşti. Twitter aktif kullanici sayisi Monitera şirketinin verilerine göre nerdeyse 5.3 milyon kişiyi bulmuş. Burada insanlar akillarina gelen şeyleri yazabilmekte , kime ait olduğu bilinmeyen, uydurma sözlerin, aforizmalarin altına önemli kişilerin adlarını yazabilmektedirler.

Geçen gün twitterda bir bayan altinda Mevlana imzasi ile bir aforizma yayınlamış. Aforizma şöyle: :
@……… “Kötü yaratılışlı kişi, Allah’a yalvaramasın diye; Allah ona, dert keder vermez! Unutma; Firavun’un başı, bir kez bile ağrımadı!” Mevlana
Bu aforizmayi 147 kisi retweet yapmış. 44 kişi ise favori listelerine almış. Sanki doğru bir söz, güzel bir sözmüş gibi. Bu söz ile ne denmek isteniyor? Derdi kederi olmayan insanlar kötü insanlar mıdır?
Allah, insanlara hayır ve şerri imtihan olarak verir.

Enbiya 35: Her canlı, ölümü tadacaktır. Biz bir imtihan olarak sizi şer ile de hayır ile de deniyoruz. Sonunda bize döndürüleceksiniz.

Biz rehberimiz Kuran’dan biliyoruz ki firavun ve hanedanı;
1. Senelerce kıtlıkla imtihan edilmişlerdir.

A’raf Suresi 130 Yemin olsun ki biz, Firavun hanedanını yakalayıp ürün eksikliğiyle senelerce sıktık ki, düşünüp öğüt alabilsinler.

2. Çok şiddetli bir şekilde cezalandırılmışlardır.

Ali İmran Suresi 11 Tıpkı Firavun hanedanı ve onlardan öncekilerin durumu gibi. Ayetlerimizi yalanlamışlardı da Allah, onları günahları yüzünden yakalamıştı. Allah, cezayı çok şiddetli vermektedir.
A’raf Suresi 103 Onların ardından Musa’yı, ayetlerimizle Firavun’a ve kodamanlarına gönderdik de ayetlerimiz karşısında zulme saptılar. Bir bak, nasıl olmuştur bozguncuların sonu!
Enfal Suresi 52 Tıpkı Firavun hanedanı ve onlardan öncekilerin gidişi gibi. Allah’ın ayetlerini inkâr ettiler de Allah onları günahları yüzünden yakalayıverdi. Allah Kavîdir, çok güçlüdür, azabı çok şiddetli yapandır O.
Muzzemmil Suresil 16 Ancak Firavun, elçiye karşı geldi; biz de onu feci bir biçimde yakaladık.

3. Yapı ve kurumlari yerlebir edilmiştir.

Araf Suesi 137 Ülkenin verimli kıldığımız doğularına ve batılarına, horlanan ve zayıf düşürülen insanları mirasçı kıldık. Sıkıntılara direndikleri için, Rabbinin İsrail oğullarına verdiği güzel söz gerçekleşti. Firavun ve halkının oluşturduğu yapı ve kurumları da yerle bir ettik.

4. Başlarına bir sürü kötülük ve uğursuzluk gelmiştir.

Araf Suesi 131 Fakat kendilerine iyilik geldiği zaman, işte bu bizim hakkımızdır, dediler, başlarına bir kötülük gelince de, işte bu Musa ile yanındakilerin uğursuzluğu yüzünden, dediler. İyi bilin ki, onların uğursuzluğu Allah katındandır. Lâkin çoğu bunu bilmezler.
Araf Suesi 133 Biz de kudretimizin ayrı ayrı alâmetleri olmak üzere başlarına tufan, çekirge, haşereler, kurbağalar ve kan gönderdik, yine inad edip direndiler ve çok mücrim (suçlu) bir kavim oldular.

5. Allah tarafından boğulmuşlardır.

Bakara Suresi 50 Hani, önünüzde denizi yarmıştık da sizi kurtarmış, Firavun hanedanını boğmuştuk. Siz de bunu bakıp görüyordunuz.
Enfal Suresi 54 Tıpkı Firavun hanedanı ve onlardan öncekilerin tavırları gibi. Rablerinin ayetlerini yalanlamışlardı. Biz de onları günahları yüzünden mahvettik. Firavun hanedanını da boğmuştuk. Bunların tümü zulme sapanlardı.
İsra Suresi 103 Firavun onları o topraktan sürüp çıkarmak istedi de biz onu ve yanındakilerin tümünü boğduk.

6. En son firavun boğulmadan önce Allah”a tövbe etmiştir.

Yunus Suresi 90 Ve sonra İsrailoğulları’nı denizden aşırdık. Firavun, düşmanca saldırmak için derhal adamlarını ve askerlerini arkalarına düşürdü. Ta ki, suda boğulmaya başlayınca “İnandım, gerçekten de İsrailoğulları’nın iman ettiğinden başka tanrı yoktur. Ben de ona teslim olanlardanım.”

Burda firavun Allaha tovbe ediyor. Dinimizde geleneksel bir inanış vardır. Ölmeden önce Kelime-i şehadet getiren cennete gider derler. Bu inanışın dogru olmadığını şu ayetlerden anlıyoruz. (tabiki Allah dilerse bagışlar)
Ayet soyle:

Yunus Suresi 91 Şimdi mi? Oysa bundan önce hep isyan etmiştin ve fesatçılardan idin.
92 Biz de bugün senin bedenini arkandan gelenlere bir ibret olsun diye kurtaracağız. Bununla beraber, insanların birçoğu âyetlerimizden yine de gafildirler.

Gordugunuz gibi Firavun tovbe etmesine rağmen cehennem azabından kurtulamamıştır. Ve Cehennemde de çekeceği azap devam edecektir. İlgili ayetler ne diyor hep barebar bakalim;

Mümin Suresi 45 Allah o mümini, onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun’un adamlarını ise, o kötü azab kuşattı.
46 Onlar, sabah akşam ateşe arzolunurlar. Kıyamet kopacağı gün de: “Firavun hanedanını azabın en şiddetlisine tıkın!” denilecektir.

Evet Firavun Allah’a, peygamberlere, indirilen ayetlere karşı gelmiş büyüklük taslamış, insanlara peygamberlere azap etmiştir. Karşılığında da Allah tarafindan büyük bir azaba uğratılmıştır.
Gördüğünüz gibi bu sözü ayetlerle çürüttük. Din ile ilgili şeyleri anlamak için metodolojimizi belirlememiz gerekmektedir.
Tabiki twitter, facebook gibi sosyal medyada yayınlanan herşey doğru olmayabiliyor. Fakat bizler de bu sosyal medyayı kullanarak Allah’ın güzel sözlerini insanlara iletebiliriz. Bu fırsatları iyi değerlendirelim.

Kaynak: www.diniyazilar.com

Düğümlere Üfleyenler

“Yangına Körükle Gidenler”

İnsanlara sevgiyle bakmak, onları sevmek elbette ki iyi bir şey. Yine de kimileri vardır ki bilmeden, anlamadan, belki de Allah’ı sever gibi başkalarını severler. İnsanlar onları gördüklerinde belki inançları sebebiyle, belki görmek istedikleri gibi gördüklerinden dolayı, belki de kendilerine benzer şekilde giyindikleri için hoşlarına giderler. Hele ki konuştuklarında onlara kulak verecekleri şeyler söylüyorlar ve kalplerini fetheden sözlerle göğüslerine işliyorlarsa, yanlış sözler bile söylediklerinde onlara katılır ve hem onları hem de kötülüğü yakıştıramadıklarından yanlış işlerini bile savunurlar. Ya o kadar güvendikleri insanlar, bu bağlılığı hak etmiyorlarsa!!!
Eğer durum öyle ise, sevilenler yaptıkları yanlışları ve söyledikleri yalanları çok iyi bildikleri için çok muhtemel ki tedirgindirler. Her çıkan haykırışı haklı haksız demeden mahkûm ederler ve kendilerini sevenleri de onlar gibi tepki göstermeye yardıma çağırırlar. Çünkü suçlarını çok iyi bildikleri ve bunun haricinde birçok yalanları ve hileleri olduğu için her çıkan gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar.
63-Münafikun 4 Onları gördüğün zaman, görünüşleri hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar, dikilip dayanmış kütükler gibidir. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanarlar; onlar gerçek düşmandır; onlardan sakın. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar!

Güzel işler de yaparlar elbet ama göz boyama altında yaptıkları bu güzel işler, işledikleri fahiş hataları görmezden gelmeye neden olur insanlar için. Kula kul olurcasına derin bir sevgiyle kahramanına bağlanan insanlar, derin bir yanılgı içerisinde olduklarını bile daha anlamamışken, bir de bakarlar ki daha bir başka güzelimsi insan türemiş ve artık onun etrafında toplanmışlardır. Onu belki daha da çok severler. Öyle güzel sözler söyler, öyle makbul işler yaparlar ki peşlerinden koşa koşa gidilir onların. Gün gelir de bir bakarlar ki, yeni sevdaları bir öncekini yerden yere vurmaya başlar. Ama onları öyle içten, öyle can damarlarından yakalamıştır ki, eskisini yeriyor diye onlar da, o eskiden çok sevdikleri kişileri ve bir zamanlar alkışladıkları işleri yermeye başlarlar. Oysa ne yenisi ne eskisi, kötü işleri güzel sözleriyle ve ardındaki kötülükleri örtülmüş iyiliklerle boyamaktan öte değildirler. Öyle bir karanlıktadırlar ki parıldayan ve eriyip gideceği kesin olan mumlarla aydınlandıklarını zannederler. Muma bakarken gözleri kamaşıp, karanlığın şerrini göremezler. Oysa gerçek olan sabah aydınlığı, ancak şafağın sökmesiyle gelecektir.
Düğümlere üfleyen kim olursa olsun fark etmiyor. İster kadın, ister erkek, ister hükümdar, ister müdür hiç fark etmiyor. Onlar başkalarını kıskanır ve onlardan daha güçlü, daha zengin, daha söz sahibi, daha itibarlı, daha bir rütbeli ve kısaca heva ve hevesleriyle üstün olma peşindedirler. Düğümlere üfleyenler bizi hep kandırırlar, aldatırlar. Asıl niyetleri sorunumuzu çözmek değil o sorundan menfaatler sağlamaktır. Aynen falcılar veya üfürükçü hocalar gibidirler. Asıl niyetleri düğümleri (olayları, karışıklıkları, problemleri) çözmek değil onlara üflemekten (menfaat temin etmekten, yaraları kaşımaktan, ayrılmışlıkları körüklemekten, sorunları bir fırsat olarak görmekten, çözüyormuş gibi yapmaktan, karışıklığın karşısında gibi görünerek nemalanmaktan) ibarettir. Çünkü onlar daha çok mal ve para kazanan başkalarını, yerini aldıkları daha öncekileri ya da kendilerinin yerini alma ihtimali olanları kıskanmakta, kin ve haset gütmekte, bu yüzden ellerindeki güce sıkı sıkıya sarılmakta, doğrunun ve hakkın değil baş ezmenin, daha fazla malın ve daha üstün gücün peşinde koşmaktadırlar. Oysa köprüyü geçene kadar dayı dedikleri çöl ayılarının sonunda yemek üzere onları kullanmakta olduğunu, ya da dost saydıkları tarafından günü gelince benzerleri gibi çöpe atılacaklarını, yandaşlarının ve sevenlerinin bile, yenisini, daha çok verenini ve daha itibarlısını bulduğu anda onları terk edeceklerini yok saymaktadırlar. Yakın ve uzak tarih bunun örnekleriyle doludur.
İşte tam da bu yüzden herhangi bir insana değil, sadece ve sadece tek olan Rabbe sığınmak, yaratılmışların şerlerinden uzak durmanın en makul yoludur. Seven için de böyle, sevilen için de…
113-Felak Suresi: De ki, Şafağın Rabbine sığınırım. Yarattıklarının şerrinden. Çöktüğü zaman karanlığın şerrinden. DÜĞÜMLERE ÜFLEYENLERİN ŞERRİNDEN. Ve kıskandığı vakit kıskananın şerrinden.

İnsanların Rabbi sadece ve sadece tek olan bir Rabdır. Bir insan ya da başka bir yaratılmış değildir. Mesele bir insanı fiilen tanrı saymak değildir. İnsanlar başka insanların peşinden, kendilerinin sahibi gibi, maliki gibi de gitmemelidir. İnsanların maliki de sadece Allah’tır. Farkında olunan ya da olunmayan her türlü kölelik insan onurunu zedeler. İnsanlar sevilmelidir ama Allah’ı sever gibi değil. İnsanlara güvenilebilir ama bir insana Allah’a güvenir gibi güvenilmemelidir. Çünkü kötülük en az görünenden geldiği kadar, görünmeyenden de gelir. Şeytan kötülükleri süsleyerek iyiymiş gibi gösterir. İnsanlara vesvese vererek, başkalarıyla onları korkutarak, sinsi planlarla sözlerini onaylatacak hikâyeler uydurarak, doğruyu yanlış, yanlışı doğru gösteren ya da koyunları ürküterek başka bir yola yönelten bir yılan misali, insanların kalplerinin üzerine kıvrılıp yatarak yapar bunu. Oysa insanlar kalplerinin temiz olduğunu düşünerek aldanmaya devam ederler. Ta ki bir başka ve daha derin bir korkuya kapılana kadar. Keşke insan korktuğunda ve telaşa kapıldığında Allah’a yönelmesi gerektiğini ve onun indirdiği rehber olan Kuran’a sarılmasıyla tüm korkulardan emin olabileceğini bir bilseydi…
114-Nas Suresi: De ki: İnsanların Rabbine sığınırım. İnsanların malikine. İnsanların İlâhına. Şerrinden sinsice fısıldayanın. O ki insanların göğüslerine fısıldar. Gerek cinlerden, gerekse insanlardan.

Tüm bunları münafıklara aldanmamayı öğütleyen Münafikun suresinde, karanlıklardan sabah aydınlığına geçiş (şafak) manasına gelen Felak suresinde ve insanlar (toplum, halk) anlamına gelen Nas suresinde hissetmek ne kadar da manidar…
kalemzade.net
twitter.com: @kalemzade

Kâbe’yi Yıkmak Gibi…

Kalp insanda bulunan her değerli şeyi içinde barındırır. Îmânı da insan kalbinin duyarlılığıyla ilgilidir. Kalple akledilir, kalple iman edilir. Uzlaşı kalpte yaşanır, takva kalpte yaşanır. Kalp ısınır, kalp sağlamlaşır, kalp meyleder, parçalanır, katılaşır, mühürlenir. Kalp mutmain olur.

Kalp mühürlenmiş ise ölüdür. İçinde kavrayış, vicdani duyarlılık yoktur; dolayısıyla akıl ve iman da yoktur. Mevlânâ’nın ifadesiyle kalp, yüce Allah’ın nazargâhıdır. Bu sebeple, bir gönül yıkmak, bin kâbe yıkmaktan daha kötüdür.
İmam Rabbânî bizi, “kalb Allah’u teâlânın komşusudur” diyor ve şöyle uyarıyor: “Allah’u teâlâya kalbin yakın olduğu kadar hiçbir şey yakın değildir. Mümin olsun, âsi olsun, hiçbir insanın kalbini incitmemelidir. Çünkü, asi olan komşuyu da korumak lazımdır. Sakınınız, sakınınız, kalb kırmaktan pek sakınınız! Allah’u teâlâyı en ziyade inciten küfürden sonra, kalb kırmak gibi büyük günah yoktur. Çünkü, Allah’u teâlâya ulaşan şeylerin en yakın olanı kalbdir. (C.3, m.45)
Rabbimiz Peygamber(asm)’a hitaben; “Allah’tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile..” (Ali İmran Suresi, 159) buyuruyor. Güzel söz ve yumuşak davranış Kur’ân ahlâkı gereğidir, İslam’ın güzelliklerindendir. Şuurlu, aklı başında samimi mümin merhametli, nezaketlidir.
Allah’ın kâinatı kaplayan rahmetinden, şefkat ve merhametinden nasîbini alamayan insan katıdır; incitir, yıkar, kırar, döker.
Samimi mümin ise İlâhi rahmetin parıltılarını yansıtan, kalbi Kur’ân ayetlerine karşı yumuşamış insandır. Yüce Allah’ı aşkla anlatır, muhabbetle anlatır. Resûllullah(asm)’a olan aşkını, Allah rızası için olan aşkını, Allah’ın tecellilerine, yarattığı güzelliklere olan sevgiyi anlatır. Her şeye Allah aşkıyla bakar. Allah’ın tecellileri olan çocukları, kuşları, çiçekleri sever, tüm canlıları sever, insanları sever. Kalp kırmaz, saygılıdır, bağırıp çağırmaz, ters konuşmaz. Esprili ve şakacıdır. Eleştirilerinde kırıcı değil yapıcı ve nezihtir.
Samimi mümin, İbrahim (as) gibi yumuşak huylu, duygulu ve gönülden Allah’a yönelen insandır. Değil kalp kırmak, mümin, kalplere sevinç ve huzur koyan insandır.

Kaynak: www.diniyazilar.com