28 Kasım 2013 Perşembe





İŞTE AŞK...


Fatıma (r.a)'yı mezara doğru uzatırken Hz. Ali (r.a) öyle ağlıyordu ki gözlerinden akan sicim gibi yaşlar Fatıma (r.a)'nın kefenini ıslatıyordu.
Hz. Ali (r.a) şöyle sesleniyordu:

"Habibun leyse ya'diluhu habibun.. Vema lisivahu fikalbi nasibun..
Habibun rabâ ayni ayni vecismi vean kalbi la yağibu. "

"Sevgilim " diyordu Fatıma'sına..
"Sevgilim.. ! Senin sevgini karşılayacak bir sevgi daha yoktur. Doğrusu Senden gayrısı icin şu yürekte bir nasip de olmayacaktır. Her ne kadar gözlerimden ve vücudumdan uzaklaşsan da kalbimdesin sürekli ve her dem. "

Sonra toprağı atacaklardı Fatıma'nın üstüne.. Toprağa bulaşmış ellerini çırparken Hz. Ali (r.a) şöyle diyecekti :

"Doğrusu dünyada tek bir isteğim kaldı Fatıma.. Babana ve sana kavuşacağım günü bekliyorum.. "

21 Kasım 2013 Perşembe

Bir Ayet..

Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir

Tevbe Suresi, 40

Bunu Blogumda Paylaşabilirim. Hürriyet Benim.

Hürriyet; gündeme dair cesur bir projeyle karşımızda. TBWA\ISTANBUL'un hazırladığı proje kısa zamanda oldukça ses getirdi. Din, dil, ırk, cinsiyet ayırt etmeden bireysel özgürlükleri konu alan projenin amacı Türkiye'nin dört bir yanından insanların hürriyetlerini dile getirmeleri ve seslerini duyurmaları...

Bu proje katılımcıların kendi hürriyetlerini anlatmaları için tasarlandı, katılımcılar videolarını oluştururken ilham versin diye de bir film hazırlandı.

Hürriyet, herkesi kendi hürriyet cümlelerini yazmaya ve hürriyet şarkılarını yaratmaya davet etti. Kullanıcılar içinde kendi fotoğraflarının da olduğu hürriyet filmleri yaratabiliyor ve bu filmleri sosyal medyada dilediğince paylaşabiliyor. Ayrıca seçtikleri mesaj ve fotoğraflarından oluşan bannerı hurriyet.com.tr sayfalarında yayınlanıyor. Kısaca proje tamamıyle interaktif bir proje olarak kurgulandı. www.hurriyetbenim.com üzerinden ilham verici videoyu seyredebilir, kendi video ve bannerınızı yaratabilirsiniz.

"Hürriyet Benim" filmi, daha TV’ye çıkmadan viral olarak sosyal medyada gösterildi ve çok kısa sürede yayılarak; sosyal medyada konuşulmaya ve paylaşılmaya başlandı. Kullanıcıların katkılarıyla yapılan klipleri Twitter'dan #hürriyetbenim hashtag'iyle takip edebilirsiniz.

Ben de kendi videomu oluşturdum ve benim için hürriyetin ne demek olduğunu anlattım. İzlemek için;

Bir boomads advertorial içeriğidir.

20 Kasım 2013 Çarşamba

Bir Hadis...

“ALLAH Teâlâ, kulunun bir şey yedikten sonra hamdetmesinden, bir şey içtikten sonra hamdetmesinden hoşnut olur.”

...Hadis-i Şerif, Müslim, Zikir 89

Bir Söz..

“ Hayat bazen ‘Neden ben?’
Sorusunu sormadan yol almaktır.
. .Ve sabır ;
Yüzünü ekşitmeden, acıyı yudumlamaktır. . ”

Bir Söz..

“ Aşk’ı zikretmek için ;
Söz dudağa gelmeden önce,
Cemre gibi yüreğe düşmelidir. . ”

| M e v l â n a

16 Kasım 2013 Cumartesi

Bir Söz..

“ Anladım Allah'ım.
Ben başımı sana eğince,
Sende bu başı kimseye eğdirmiyorsun. . ”

Bir Söz..

“Günah işlemekten vazgeçmek, 
tövbe ile uğraşmaktan daha kolaydır.”

| Hz. Ömer (R.a)

11 Kasım 2013 Pazartesi

Mutluluğun Gerçek Hikâyesi


Bir Dilek Dile Gerçek Olsun,  Safiya Hussaın nin yazmış olduğu Roman, beni duygusal anlamda çok etkiledi. Tıpkı Hacca giden tüm tanıdıklarımın Kâbe’yi hayranlıkla anlatışı ve orayı tekrar tekrar görmek istediklerini söyledikleri gibi… Bu romanı okurken kendimi Hac yolculuğuna çıkmış birisi gibi hissettim. Şartlarımı olgunlaştırdığımda gitmek istediğim tek yer…
Haccın bir hicret yolculuğu olması ve Hacda tekrarlanan “Lebbeyk Allahümme lebbeyk…” “Sana geldim Allah`ım, huzurundayım, Sana geldim ey Allah`ım…” sözlerinin yazarda çağrıştırdığı duygulara bende katıldım. Yazar diyor ki: ”Dokunaklı bir biçimde yankılanan ahenkli ses, kulaklarıma okşayıcı altın bir hisle doldu. Lisanların en enfesiydi. İçinde güzel bir ruh taşıyordu. Ve kelimeler o anın en yürek hafifletici şeyleriydi. Bin enstrümanın ifade edemeyeceği bir şeyi dile getiriyorlardı.
Haccın kişiye kazandırdığı manevi zenginliklerden nasibimizi almalıyız. Yeniden doğmak gibi anlatılan içsel yolculukta tüm istenmeyen kötü düşüncelerimizden eylemlerimizden sıyrıldığımız herkesin birbirini kardeş olarak gördüğü ırk, dil, statü, cinsiyet ayrımcılığının  ortadan kalktığı mahşer yeri provası…. En takvalıların/muttakilerin kazandığı bu içsel yolculukta aracısız/şirksiz, Allah`a yaklaştığımız tövbelerimizi ettiğimiz, dileklerde bulunduğumuz kısaca Allah`ın huzurunda olduğumuzu sürekli hatırlatan bu atmosferi herkesim gidip görmesi dileğiyle…
Haccın konu edildiği ayetlerden bir kaçını sizinle paylaşmak istiyorum.

Tövbe/3 Bir de Allah ve resulünden insanlara Büyük hac günü bir duyuru var: Allah da O’nun elçisi de müşriklerden kesinlikle uzaktır. O halde, tövbe ederseniz bu sizin için hayırlıdır. Yok eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, siz Allah’ı acze düşüremezsiniz. Küfre saplananlara acıklı bir azabı muştula!
Hac/27 İnsanlar içinde haccı ilan et ki, gerek yaya olarak gerekse derin vadilerden gelerek, yorgunluktan incelmiş binitler üzerinde sana ulaşsınlar.
Bakara/189 Sana, doğan Aylardan sorarlar. De ki: “Onlar, insanların çeşitli yararları ve bir de hac için vakit ölçüleridir.” Hayırda erginlik/dürüstlük evlere arkalarından girmeniz değildir. Hayırda ergin/dürüst o kişidir ki, takvaya sarılıp korunur. Evlere kapılarından girin. Allah’tan korkun ki kurtuluşa erebilesiniz.
Bakara/197…203 Hac, bilinen aylardadır. Kim o aylarda haccı kendisine gerekli kılarsa hacda kadına yaklaşmak, kötülüğe sapmak, kavga ve çekişmeye girmek yoktur. İyilik olarak yaptığınızı Allah bilir. Azık edinin. Hiç kuşkusuz azığın en güzeli takvadır. Ey akıl ve gönül sahipleri, benden sakının!

Rabbinizden bir fazl istemenizde sizce sakınca yoktur. Arafat’tan hep birlikte indiğinizde Allah’ı Meş’ar-ı Haram’da anın. O, sizi nasıl doğru yola yöneltip-ilettiyse, siz de O’nu anın. Gerçek şu ki, siz bundan evvel yolu şaşıranlardandınız.
Sonra insanların (topluca) akın ettiği yerden siz de akın edin ve Allah’tan bağışlanma dileyin. Şüphesiz Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
(Hacc) ibadetlerinizi bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anma ile Allah’ı anın. İnsanlardan öylesi vardır ki: ‘Rabbimiz, bize dünyada ver’ der; (böylelerinin) ahirette nasibi yoktur.
Onlardan öylesi de vardır ki: ‘Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru’ der.
İşte bunların kazandıklarına karşılık nasipleri vardır. Allah, hesabı pek seri görendir.
Sayılı günlerde Allah’ı anın. İki günde (Mina’dan dönmek için) elini çabuk tutana günah yoktur, geri kalana da günah yoktur. (Bu) sakınan için(dir). Allah’tan korkup-sakının ve gerçekten bilin ki, siz O’na döndürülüp-toplanacaksınız.

KAYNAK: www.diniyazilar.com

Namazların Rekat Sayısı Sabit midir?


Geçen gün bir televizyon konuşmasında, Diyanet İşleri Başkanımız, dinde öyle konular vardır ki, asla değiştirilemez dedikten sonra, şöyle bir örnek verdi.  “Sabah namazı 2 rekât fazdır, bunu birisi çıkıp ta, dört rekât kılalım diyemez.” dedi.
Gerçekten de sabah namazını, iki rekât farz namaz kılmak yerine, dört rekât farz kılamaz mıyız? İki rekât kılınması Allah emri midir? Gelin bu konuyu birlikte, elimizdeki Kur’an ve diğer bilgiler ışığında birlikte düşünelim.
Önce şunu söylemeliyim ki Allah, biz Kur’an`da her şeyden nice örnekleri, değişik misallerle açıkladık ki anlayasınız der. Ayrıca yine bir ayetinde, biz Kur’an`da hiç bir eksik bırakmadık, Allah unutucu değildir diyerek, bizlerin Kur’an`ın ipine sarılmamızı emreder. Çok daha önemlisi Zühruf 44. ayetinde bakın çok açık bir hüküm verir.

Zühruf 44: Doğrusu o Kur’an, senin için de, kavmin için de bir öğüttür ve siz ondan sorguya çekileceksiniz.

Bu bilgiler ışığında, namazın rekât sayıları konusunu gelin önce Kur’an`a soralım. Bakalım bizlere nasıl bilgiler verecek, çünkü Allah sizleri Kur’an`dan sorumlu tutuyorum diyor. Tabi aşağıdaki ayeti de unutmadan.

Hud 1: Elif, lâm, râ. Bu, hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri önce sağlam kılınmış, sonra da detaylandırılıp açıklanmış bir kitaptır

Allah namazı kılarken, ses tonumuzun bile nasıl olacağının örneğini vermiş ise, namazımızın uzunluk ya da kısalığı hakkında da, bizlere mutlaka bir bilgi vermiştir. Allah Kur’an`da yeni doğan bir bebeğin, kaç ay anne sütünü emmesi gerektiği konusunda bile bilgi veriyorsa, Kur’an`ın üzerinde çok durduğu namaz konusunda, eğer sabit ve değiştirilemez bir rekât sayısı olsaydı, onu da bizlere bildirmez miydi? Konu üzerinde düşünmeye ve araştırmaya devam edelim.
Nisa suresi 102. ayetinde Allah, zor bir anımızda, korku ve savaş halinde kılacağımız namazımızın tarifini yapıyor. Peygamberimizin imamlığında, askerin bir bölümünün namaza durması ve kıyam, rükû, secdeden sonra namazın bittiğini, daha sonra da geri kalan askerle aynı şeklide diğerlerine de namazı peygamberimizin kıldırdığı örneği verilir.
Buradan da anlıyoruz ki, kısaltılmış namaz bir rekâttır. Şöyle düşünenler de var. Normal şartlarda ise tüm namazlar Kur’an a göre iki rekâttır. Çünkü peygamberimiz askerlerinin her iki yarısı ile ayrı ayrı kılarak, iki rekâtı tamamlamıştır. Bu örnekten bu sonucu çıkarmak, bana göre çok zorlayıcı olur. Kur’an`ın anlatım mantığını da uymaz. Peki, o zaman normal kılacağımız namazlarımız kaç rekât olmalıdır? Sınırlama var mıdır?
Allah kısaltılmış rekâtı tarif ettikten sonra, normal namazlarımızı kılma konusunda ise şöyle söyler.

Nisa 103: Namazı kıldınız mı, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah’ı anın. Güvene kavuştunuz mu namazı tam olarak kılın. Çünkü namaz, müminlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.

Allah bu ayetinde, aslında sorduğumuz sorunun cevabını veriyor ve güvenli bir ortamda, NAMAZINIZI TAM OLARAK KILIN diyor. Sizler tam olarak kılın sözünden ne anladınız? Kur’an`da Allah güvensiz bir ortamda kılınacak kısaltılmış namazın tarifini, uzunluk-kısalık örneğini verdiği halde, güvenli sakin bir zamanımızda kılacağımız bir namazın sınırlandırılmış örneğini vermiyor, herhangi bir sınır koymuyor. Peki, bizler bu sözlerden ne anlamalıyız?
Allah müminun suresi 2. ayetinde bakın ne diyor.
(Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler.)

Demek ki huşu içinde, Allah`ın huzuruna duracağımız zaman bizlere bırakılmış, Allah tarafından bir sınırlama asla konmamıştır. Eğer bir sınırlama konmuş olsaydı, her şeyden nice örnekler verdim diyen Rabbimiz, bunu da açıklar ve kısaltılmış namazında izah ettiği gibi, bunu da bizlere örneklerle bildirirdi.
Allah Enam suresi 57. ayetinde, hüküm yalnız ve yalnız Allah`ın der. Bu demektir ki normal şartlarda kılacağımız namazlarımızın rekât sayısını Allah sınırlamamış, bu konuda hiçbir hüküm vermemiştir. Allah`ın hüküm vermediği bir konuda bizlerin konuşması, bunlar Allah katındandır demesi, haramların en büyüğüdür.
Allah Araf suresi 33. ayetinde çok dikkat çekici bir uyarı yapar ve hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi söylememizi, haram kıldığı uyarısını yapar. Lütfen söylediklerimizi ve inandıklarımızı, Kur’an süzgecinden geçirelim.
Zaten Allah elçisine, sana indirdiğimle kullarıma hükmet, diye ayet indirmişti hatırlayınız. Sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diyen Yaradan, daha sonra Kur’an dışından, Kur’an`ın hiç bahsetmediği bilgilerden, hükümlerden de sorumlu tutar mı?
Sizlere verdiğim bu bilgilerden sonra, sizler sabah namazının farzını iki rekât yerine, dört rekât kılamayız diyebilir misiniz? Bu sözü Kur’an doğrulamıyor.
Allah fecir vakti kılınan, yani sabah namazından bahsederken, İsra 78. ayetinde, bu zamanın huşu içinde, Allah”a kulunun zikir yapacağı, günün en huzur içinde yakardığı, bir zaman olarak bahseder. Bu zamanın, melekler tarafından şahitli olduğu yorumu da yapılmıştır ayette.
Allah”ın çok özel, namazın en uygun vakti olarak işaret ettiği, sabah namazının vaktinde, sizce Allah bana iki rekâttan fazla, namaz kılmayın demiş olabilir mi? Eğer demediyse bunu söylemekle, Müslümanları namazın en uygun zamanı olan fecir vaktinde, gerektiği kadar namaz kılmak isteyenleri, engellemek değil de nedir?
Namaz Allah ile kulu arsında bir kapıdır. Kulunun Rabbinden istekte bulunma anıdır. Allah buna üst bir sınır koymadıysa, başka hiç kimse buna sınır koyamaz. Lütfen bunu unutmayalım. Önemli olan namazlarımızda, huşu ve ciddiyetle Allah`ın huzurunda kalabilmektir.
Bugün namazlara konmuş olan rekât sınırlaması, toplumun cami kültürünün yaygınlaşması adına konmuştur. Elbette hiçbir sakıncası yoktur. Hatta birliktelik sağlamıştır diyebiliriz. Peygamberimizin ümmetine, yalnız Kur’an ile hükmetmiş olduğu gerçeğini lütfen göz ardı etmeyelim. Çünkü Allah bu konuda birçok ayetiyle elçisine emir vermiştir. Eğer bizleri bağlayıcı bir rekât sınırlaması olsaydı, oda Kur’an`da mutlaka açıklanırdı.
Peygamberimiz Kur’an dışından asla hiçbir bilgi yazdırmamış, yazımını yasaklamış ve bizleri yalnız Kur’an`a sarılmamızı istemiştir. Bu konuda birçok ayet zaten vardır. Bunun tersini düşünmek, Kur’an`ın birçok ayetini inkar etmek, üstünü örtmektir hatırlatırım.
Peygamberimizin vefatından sonra, dört halife devrinde de, hadis yazımı ve nakli yasağı devam etmiştir. Peygamberimiz ve en yakın ashabı, hadis nakli konusunda çok titiz davranmış ve toplumu Kur’an`a yönlendirmiştir. Peygamberimiz Kur’an dışından hiçbir bilgi yazdırmadıysa, bizleri bağlayan yalnız Kur’an olduğunu bilmeliyiz. Elbette Kur’an`ın özüne ters düşmeyen, geleneklerimizin de yaşanmasında hiçbir sakınca yoktur. Ama geleneklerimizi dinleştirmeden, bunlar olmadan İslam`ı yaşayamayız demeden.
Mahşer günü peygamberler, kendi ümmetine şahitlik yapacağını Kur’an söylüyor. Bu düşünceden yola çıkarak, şu soruyu kendimize lütfen soralım. Mahşer günü Rabbimiz elçisine dönerek, şöyle bir soru sorduğunu düşünelim.
(Ey Resulüm, sen mi söyledin kullarıma, benim huzuruma fecir vaktinde namaza durduğunuzda, yalnız 2 rekât farz namaz kılın, daha fazla olmasın diye?)
Sizce böyle bir soruyu Rabbimiz elçisine sorduğunda, Kur’an ile yatan, Kur’an ile kalkan, bizler için örnek peygamberimiz, nasıl bir cevap verebilir? Bu sorunun cevabını bizler mutlaka bulmalıyız. Tabi mahşer günü pişman olmak istemiyorsak. Sizce bu cevabı Kur’an`da mı aramalıyız, yoksa emin olamadığımız rivayet hadislerde mi? Yorum sizlerin.
İslam dinine fitne ve fesat öyle bir girmiş ki, neyin doğru neyin yanlış olduğu birbirine karışmış. Çünkü Kur’an devre dışı kalmış. Dilerim Rabbimden elde Kur’an, aklıyla iman eden, O azınlık halis kullarından oluruz.
Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

KAYNAK: www.diniyazilar.com

Bana İlmihalinde Namazı Göster!


“Bana Kuran’da Namazı Göster”
“Kuran’da din adına ne varsa vardır, o eksiksiz bir kitaptır” dedikçe, sanki siz Kuran’a iftira ediyormuşsunuz gibi klasikleşmiş bir tepkiyle ve defalarca kopyalanıp yapıştırılmış şu soruyla karşılaşırsınız: Hadi o zaman bana Kuran’da namazın nasıl kılınacağını göster!!! Adeta namazını öne sürerek, onu doğru kıldığını ispatlarsa her şeyi doğru yaptığını da ispatlayacak ve Kuran’ı göz ardı ederek, bilmediği dinini kabul ettirecekmiş gibi. Allah da “Aferin kulum, sen subhanekeyi tecvidli okudun, dirseklerini de yere değdirmedin de cenneti hak ettin” diyecekmiş gibi.
Hadi o zaman bana Kuran’da namazın nasıl kılınacağını göster!!! Siz istediğiniz kadar özgün anlatımınızla bu soru’nun mantıksız olduğunu, bildiğiniz herhangi bir ibadetin şeklinin bile Kuran’da olmaması veya Kuran’a uymaması durumunda bir hükmünün olamayacağını, aslında hadislerde bile baştan sona namazı anlatan bir rivayet bulunmadığını, olan rivayetlerin gözleme dayalı ve defalarca kulaktan kulağa yarım yamalak aktarıldığını, bu rivayetlerin de birbiriyle çeliştiğini… Kuran’daki namazla ilgili ayetler bir araya getirilip incelendiğinde Allah’ın bizden istediği namazın nasıl olacağına ilişkin bir sorunumuz kalmayacağını… kitapta belirtilmemiş, sınırlandırılmamış hususların mübah sahaya bırakıldığını anlatır ve aklınıza gelen tüm ayetleri arka arkaya sıralayıp, çoğunluğun kıldığı namazların bu ayetlere uymadığını… ve birçok Kurani göstergenizi ilkokul birinci sınıf öğrencisine anlatır gibi tane tane anlatsanız da çoğunlukla onlar için fark etmez. Kendi kemikleşmiş doğrularını Kuran’a uymasa bile doğru kabul eden anlayışa daha ne söyleyebilirsiniz ki!
Madem öyle, çıkışıyla kendi kendime, neden biz aynı soruyu karşı tarafa sormayalım dedim bugün! “Sen de bana hadislerde namazı göster” dediğimde, dört başı mamur bir hadis gösteremeyeceklerini bildiğim için “Bana namaz hocanda, ilmihalinde namazını göster o zaman!!!” şeklinde, cevap vermesi daha da kolay biçimde sormalıyım diye düşündüm. Ve cevabını kendim vermek üzere samimiyetle çabalamak istedim.
Bunun üzerine, ülkemizde epeyce yaygınlaşmış, en az onar milyon satmış, hemen her evde bulunan ve kapağını görünce şıp diye tanıyacağınız o meşhur namaz hocasını ve en çok tüketilen(!) o ilmihalin sanal formatındaki nüshasını indireyim de oradan konuşayım dedim. Siteden siteye forumdan foruma dolaştım ama müslüman Türk milletine bu iyiliği yapmış, namazı detaylıca öğretmiş (!) bu kadar meşhur bir ilmihal ve bu kadar meşhur bir namaz hocasının pdf formatlarını bir türlü bulamadım. Onların adının yazılı olduğu indirme linklerinde ya bir kitap reklamı pdf’si ile karşılaştım, ya linkler tarafından Diyanet sayfasındaki gömülü sayfalara veya satış linklerine yönlendirildim ya da karşımda “Ulaşmaya çalıştığınız internet sitesi T.C. İstanbul 5.Sulh Ceza Mahkemesi’nin 13.06.2011 tarih ve 2011/625 D İş sayılı kararı gereği erişime engellenmiştir” şeklinde bir sayfayla karşılaştım. Belki henüz mahkemenin kararının uygulanmadığı siteler vardır ama ben bir saat uğraştığım halde herhangi bir içi dolu indirme linki bulamadım.
Yani Y.T. Namaz Hocası’ndan veya Ö.N.B. İslam İlmihalinden faydalanmak isteyen bir müslümansanız cebinizde en azından bunlardan birine sahip olmak için paranız ve yakınlarınızda bunları satan bir kitapçı olması lazım. Maalesef müslümanlara bu kadar faydalı(!) eserleri okuyabilmeniz için bir müslümanlık yapılıp internete pdf’sini koymamışlar, koyanı da engellemişler. İlginç değil mi? En az onar milyon satan bu kitapların (ki bunu ben değil nete düşmüş rakamlar söylüyor) müellifleri ya da mirasçıları kitabı korumaya almayı, insanlara kolayca ulaştırmaya yeğlemişler. İlginç! Satış rekorları kıran bu kitapların geliri müelliflerini veya onların mirasçılarını zengin etmeye yetmemiş de telif peşinde koşarlarmış meğer hala! Ha, yazdıkları hikâyeyse, masalsa elbette eserlerinin telif haklarına sahip çıkmalılar, o ayrı…
Bu kadar değerli olduklarını (!) bilseydim bir zamanlar benim kitaplığın raflarında duran nüshalarını da imha etmezdim!!! Ama her neyse, oralarda yazılanların çoğu hala ezberimde ve olmayanları da din diyanet sayfalarındaki satırlarda kısmen var! Bunun yanında bu boşluğu iyi değerlendiren başkaları da başka namaz hocalarını onlarla ihtilafları olsa da kullanıma sunmuşlar. Gerçi çoğunluk için fark etmiyor. Üzerinde “namaz hocası” yazıyorsa içinde yazanı ne olursa olsun makbul görüyorlar. Uygulasalar da uygulamasalar da doğrudur onlar! Çünkü benimsedikleri, gelenek edindikleri dini anlatan ve içinde Türkçe harflerle dans eden arap harfleri olan bir kitapta dine aykırı şeyler olmaz!!! O kitapları dindar ve alim insanlar yazmıştır!!! Ve böyle Allah adına din anlatan insanlar millete doğru olmayan bilgiler vermez, yalan yanlış işler yapmazlar!!! Kuran’ı herkes anlayamaz ama, adı din adamıysa onlar en doğrusunu anlar ve bize en güzel şekilde anlatırlar!!! Onların yanılma ihtimali olmaz!!! Onların aklı yanılmaz ama diğer insanların düşünmek için verilmemiş olan aklı yanılır!!! Demek ki Kuran’ı en iyi şekilde anlayan (!) bu alimler insan değil!!! Yoksa onlar da biz aşağılık insanlar gibi anlayamazlardı! Bu ayrıcalıkları Allah’tan onların kalbine inen telif haklarından ileri geliyor demek ki!!! Namazı niyazı anlattıkları kitaplarının telif hakkının peşinde koşmayı da Kuran’dan öğrenmiş olsalar gerek!!!
Öyle ya da böyle, pdf formatında olsun olmasın söylediklerimle beraber yine de yedi tane namaz hocası buldum internette. Bir kısmı Hanefi mezhebine göre, bir kısmı Şafii mezhebine göre, bir kısmı alt mezhep belirtmeksizin ama ehlisünnet diyerek, bir tanesi de aynı esaslarla çocuklara hitap eder biçimde namazı anlatmışlar. Aralarında ise birkaç dakika içerisinde inanılmayacak kadar çok farklılık buldum. Madem öyle dedim içimden benim Kuran’a göre namaz kılışımı neden kötülersiniz! Hiç değilse Allah’ın lafzından ne anlamışsam onu kılıyorum. Ama beni eleştirenlerin çoğu eminim o namaz hocalarını bile namazı öğrenmek için değil, bir ihtiyaç hissettiklerinde başvuru kitabı olarak kullanırlar. Kıldıkları namaz esasen ya büyüklerinden gördükleri ya da öğrencilik döneminde yazları gittikleri camide ezberledikleri kadardır. Kuran’da namazı bulamayanların bir kısmının namazda Fatiha, Kevser ve İhlas üçlüsünden başka sure ve anlamını bile bilmedikleri subhaneke, ettehiyyatü
ve salli bariklerden başka dua okumadıklarını da bilmiyorum zannediyorlar ya neyse o konulara şimdilik hiç girmeyeyim. Ve ki tahiyatta otururken sağ ayaklarını dik tutup parmak uçlarının kıbleye yönelmesi gerektiği gibi gereksiz ince ayrıntılara ne diye gireyim!
Beni kınamayın hep aynı zümreyi eleştiriyorum diye. İçinden çıkıp geldiğim zihniyeti eleştirmem kadar normal bir durum yok ve taşladığım adam her zaman uzaklarda olan birisi değil! Benim… Biziz… Bunun yanında samimiyetle bilmediğini bilip itiraf edenler var. Ama bir şey bilmediğini de bilmeyenler var. Asıl şaşkınlığım benim onlara…
Sonra ilmihalleri inceledim bir kez daha. Ne niyetler, ne tekbirler birbirini tutuyor, ne elinizi nereye koyacağınız. Fatiha’nın besmeleleri olup olmamasından tutun ayaklarınızın duruş şekline, ellerinizi yere koymanızdan, rükûda ne kadar eğileceğinize, hangi duayı neden okuyacağınızdan, peygamberimizin bunları okumuş olup olmadığına hadislere dayalı olarak anlatılan namazda o kadar farklılıklar var ki! Şafi mezhebi Hanefi mezhebini zayıf rivayete uyduğu için suçluyor, Hanefiler en doğrusunun kendilerininki olduğunu söylüyor. Birbiriyle o kadar çok yerde çelişen mezhepler sonra tutup birbirini hak mezhep kabul ediyor. Namaz sadece peygamberimizin olduğu iddia edilen hareketleri taklide değil, ondan sonra gelenlerin bile namazı nasıl kıldığına yönelik rivayetlerine dayanıyor. O kadar çok şey var ki bunun için apayrı bir makale yazmak lazım. Bazı ilmihallere göreyse namaz kılacak olursanız yine aynı ilmihale göre o namaz esnasında bir yığın mekruh, hatta haram işlemiş oluyorsunuz. Tam bir rivayet karmaşasına bulanmış birçok çeşit namaz tarifi. Tek ortak durum, hepsinde bir şekilde kıyam, kıraat, rükû ve secde olması. Abdeste, namaz dışı şartlara hiç girmeyeyim bile, içinden çıkılamaz bir haldeler. Namazın asıl önemli tarafına, ne dediğini bilmeye, anlamına, manasına, istemeye tam anlamıyla atıf yapan ise yok.
Hadi o zaman bana Kuran’da namazın nasıl kılınacağını göster, diyen kişilere bundan sonra “hadi sen göster” diyerek kendi namazlarının kaynağını öğrenmek gerek. Görün bakın sahih diyebilecekleri bile bir tane sağlam kaynak çıkmayacak. Bir kitaba işaret edemeden “Peygamberimiz
öyle kılmış biz de öyle kılıyoruz” demek bir kaynak göstermek değil zanna tabi olmaktır. Hadis külliyatında da namazı baştan sona dosdoğru anlatan bir hadis bulamayacakları için şu ülkede gösterecekleri yegâne kaynaklar, Y.T. Namaz Hocası ve Ö.N.B. İslam İlmihali olacaktır. O kitapların kaynakları da işte bu birbiri ile çelişen onlarca farklı hadis ve hatta peygambere bile dayalı olmayan
onlarca rivayet. Şıracının şahidi bozacı! Bozacınınki şıracı! Ben falancayı şöyle eğilirken gördüm, peygamberin sakalını böyle kıpırdarken gördüm de oradan biliyorum!!! İşte namaz hocalarının namaz biçimi! Sakalı oynamış da o yüzden namazın şurasında şunu okuyormuş!!! Ne diyelim! Allah kabul etsin…
2013-10-26_135221

kalemzade.net
twitter.com: @kalemzade

İnancımızı Lütfen Kur’an ile Sorgulayalım !



Bir yazıma cevap veren bir kardeşimiz, yazdığım yazımın ana fikrine katılmadığını anlatmak için, üzerinde çok düşünülmesi gereken bakın ne söylemiş. Bu sözler üzerinde lütfen, Kur’an ı referans alarak dikkatle düşünelim.
(Müslümanlar her şeyi kuran-ı kerimden alacak olsalardı, peygambere gerek kalır mıydı? )
Değerli din kardeşlerim. Bu sözün anlamı, Kur’an da din ve iman adına her bilgi yoktur. Onun içindir ki imanımızı yaşamak için, bizlere Kur’an yeterli değildir. İslam ı doğru ve tam yaşamak için, Kur’an yani Allah ın hükümleri ve peygamberimizin dine koyduğu hükümlerle yaşamalıyız deniyor.
Bu sözleri ve benzeri sözleri çok duydum, sizlerde duymuşsunuzdur. İslam ı cemaat ve tarikat eksenli yaşayan din kardeşlerimin, dini bir konuda konuşmaya başladıklarında, söyledikleri ve savundukları fikir ve düşüncenin ana temelini, bu inanç oluşturuyor.
Bu soruyu kendimize soralım. Gerçekten İslam dininin kuralları, sorumlu olduklarımız ve din adına verilen hükümler, yalnız Allah ın tekelinde değil de, elçisinin de verdiği ama Kur’an da bahsedilmeyen hükümlerle birlikte mi yaşanmalı? Gelim bu soruya Kur’an dan cevap arayalım.
Ankebut
18: “Eğer siz yalanlarsanız bilin ki, sizden önce geçen birtakım ümmetler de yalanlamışlardı. Peygambere düşen apaçık tebliğden başka bir şey değildir.”
Gaşiye:
Artık sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin.

Kehf
56: Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. İnkâr edenler ise, hakkı batılla çürütmek için mücadele ederler. Ayetlerimizi ve kendilerine yapılan uyarıları alaya alırlar.

Enam
50: De ki: “Ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum.” De ki: “Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?”

Rad
40: Ya onlara vaat ettiğimiz şeylerin bir kısmını sana gösteririz yahut da seni vefat ettiririz. O halde tebliğ etmek sana, hesap sormak bize düşer.
Ne dersiniz, Allah elçisinin görev tanımını yaparken söylediği sözler ve Allah ın elçisine, deki onlara diye başladığı tebliğiyle söyledikleri, ben yalnız bana vahyedilene uyarım hitabı, çok açık değil mi? Tebliğ etmek sana, hesap sormak bana düşer sözlerinden demi hiçbir ders alamıyoruz? Çok açık ama O nefis yok mu, işte O nefis, atalarımızın hurafe itikatlarını yaşatmak adına, Allah ın ayetlerini görmezden gelmemizi sağlıyor.
Bizlerin din ve iman adına sorumlu olduğumuz her konu, Kur’an da açıklanmamış, örnekleri verilmemiştir diyebilir miyiz? Allah Kehf suresi 26. ayetinde bakın ne diyor.
(O, hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmez.)
Bu kadar açık bir hükmü gördüğümüz halde, nasıl olurda, Peygamberimizi Allah ın dinde hüküm ortağı yaparız. Allah bakara 5. ayetinde bakın bizleri nasıl ve ne için uyarıyor.
(İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.)
Allah kurtuluşa erecek kullarının, bakın kimler olduğunu söylüyor. Rablerinden gelen, yani Kur’an ın üzerinde, onun takipçileri olanlardır kurtuluşa erecek diye üstüne basa basa söylüyor. Ama bizler hala bunca açık ayetleri de görmezden gelerek, emin olmadığımız ve peygamberimizin adını kullanarak bizleri aldatmaya çalışanların, foyasını ortaya çıkarmak için, kılımızı bile kıpırdatmıyoruz. Acaba bunu yaparak kurtuluşa erenler arasında yer alabilir miyiz, ne dersiniz?
Peygamberimiz Allah ın dine hüküm koyduklarından başka, hiçbir ilave yapmadığını bakın daha başka nasıl söylesin.
Ahkaf
9: De ki: “Ben türedi bir peygamber değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.”
Değerli din kardeşlerim, Allah ın bu ayetinden sonrada mı, aynı sözleri söylemeye devam edeceğiz? Allah elçisine deki onlara diyerek bakın ne söylemesini istiyor. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım. Bu sözleri, ne yani peygamberimiz postacımıydı diyerek, yanlış inançlarına delil yapanlara hatırlatırım. Din şaka götürmez. Böyle yanlışlar insanı, sonsuz cehennemin kalıcısı yapar.
Bizler Kur’an da, bizlerin sorumlu olduğu her bilgi yoktur diyoruz, ama Allah tam tersini söylüyor bakın.
İsra
89: Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlara her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Yine de insanların çoğu ancak inkârda direttiler.
Nur
34: Andolsun ki biz size (gerekeni) açık açık bildiren ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik.

Kehf
54: Andolsun, bu Kur’an’da insanlar için her örnekten çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsan, her şeyden çok tartışmacıdır.
Bizler öyle sözler söylüyor ve inanıyoruz ki, Allah ın Kur’an da söylediklerinin tam tersi. Edindiğimiz ve emin olmadığımız rivayetleri Kur’an da göremediğimizde, bakın Kur’an da her şey yokmuş, deme yanlışlığını yapıyoruz. Daha da ileri giderek, O rivayetler olmasaydı Kur’an ı anlayamazdık, Kur’an kapalı kalırdı, İslam ı gereği gibi yaşayamazdık diyerek, büyük bir yanlışlığın kapısını aralıyoruz. Allah bizleri affetsin.
Bunca apaçık ayetleri görmezden gelerek, yanlış itikatlarımıza delil olsun diye, ayetlerde geçen kelimelere öyle anlamlar veriyoruz ki, yüzlerce ayetin üstünü örtüyor ve görmezden geliyoruz. Allah bir hüküm verdiyse, bir başka ayetinde onun tam tersi bir hükmü, asla vermez, lütfen bunu unutmayalım. Sizce Allah aşağıdaki ayetinde verdiği hükmü bizlere tebliğ ettiyse, Kur’an ın vermediği bir hükümden de sorumlu tutar mı bizleri?
Zühruf
44: Doğrusu o Kur’an, senin için de, kavmin için de bir öğüttür ve siz ondan sorguya çekileceksiniz.
Ne dersiniz, Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, Kur’an dan hesaba çekileceksiniz diyorsa, Kur’an ın açıkça vermediği bir hükümden, bilgiden, sorumlu tutar mı?
Yaradan birçok ayetinde Kur’an ın ipine sarılmamızı emreder, hiçbir velinin ardına düşmememiz gerektiğini söyler. Bu ayetlerden sonra, Kur’ an ın vermediği hükümlerden de sorumluyuz demek, Kur’an ayetlerini görmezden gelmek demektir. Neden bunca açık ayetler dururken, hala her şey Kur’an da yoktur, peygamberimizde dine hüküm koymuştur diyoruz.
Allah casiye suresi 6. ayetinde bakın ne diyor ve bizleri yalnız nereye yönlendiriyor.
Casiye
6: İşte bunlar, Allah’ın ayetleridir. Bunları sana gerçek olarak okuyoruz. Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?
Peygamberimizin de yalnız Kur’an ile ümmetine hükmettiğini, lütfen unutmayalım. Çünkü Allah dan aldığı emir öyleydi. Kur’an a harfiyle uyan, peygamberimize de uymuş demektir. Elbette peygamberimizin örnek hayatı, bizler için çok önemlidir. Elbette onun sözleri, bizlerin başımızın tacıdır. Ama onun sözü olup olmadığını anlamak için de, gayret gösterelim ve dine nifak sokanların oyununa gelmeyelim. Onun sözü olup olmadığını, Kur’an ile karşılaştıralım, Kur’an ın süzgecinden geçirelim. Çünkü peygamberimizin, benim adıma yalan uyduranlar, cehennemde ebedi kalıcıdır diye uyarısını da, asla unutmayalım.
Allah görev verdiği elçilerinin görev ve sorumluluğunu çok açıkça bizlere bildirdiği halde, bizlerin bu gerçeklerden uzaklaşarak yaptığımız yanlışları, lütfen artık fark edelim ve KUR’AN İLE İTİKATLARIMIZI SORGULAYALIM. Yoksa hesabın görüleceği O çetin günde, çok pişman oluruz. Bakın Allah bizleri, kurtuluşa erdirecek bilgilerin nerede olduğunu söylüyor.
Enbiya
10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. HÂLÂ AKILLANMAYACAK MISINIZ?
Yüce Rabbim ne yazık ki akıllanmadık, akıllanmaya da sanırım hiç niyetimiz yok gibi görünüyor. Bizlerin bütün şan ve şerefimizin, kurtuluşumuzun Kur’an da olduğunu açıkça söylediğin halde, eğer bizler hala Kur’an da her bilgi açıkça yoktur diyor da, beşeri rivayetlere kurtuluşumuz adına sarılıyorsak yöneliyorsak, bizlerin akıllanmadığımızı ve akıllanmaya da, hiç niyetimizin olmadığını gösterir. Ne olursun bizlerin gözlerindeki perdeyi, gönlümüzde ki mührü kaldır ki, senin nurunun ışığıyla aydınlanalım.
Dilerim Yüce Rabbimden, Kur’an nurunu gönlünde hisseden, onun ışığıyla aydınlanan, Kur’an ın sınırlarını aşmayan, Rabbin halis kullarından oluruz.
Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK

KAYNAK: www.diniyazilar.com

Hayırlı İş…


“Hayırlısı olsun”, “Her işte bir hayır vardır”, “hayırlısı buymuş üzülme” vb. cümleleri hepimiz kullanıyoruz. Öyle ki bazen bu cümleler teselli kaynağımız oluyor, mutlak gözeticiyi anmamıza vesile oluyor. Bazen parasını çaldırmış, yahut çocuğunu kaybetmiş birisi için bu sözler boş sözler olabiliyor.
Şu sorulara cevap verelim:
1. Gerçekten de her işte bir hayır var mıdır?
2. Bir şeyin hayırlı mı yoksa hayırsız mı olduğunu nereden anlayacağız?
Savaş size farz kılındı, gerçi o size hoş gelmez. Olur ki siz, bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa o sizin için bir hayırdır. Yine olabilir ki, siz bir şeyi seversiniz, oysaki o sizin için bir kötülüktür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
(Bakara-2/216)
Evvela birşeyin hayırlı olup olmadığının cevabını kime göre vermek gerektiğini belirlemek gerekli. Bazılarının hayır saydığı durum, bazılarına göre şer sayılabilir. Şöyle ki  işleri kesat giden bir dükkan sahibi, içinde bulunduğu durumu şer kabul ederken, karşısındaki rakibi için işlerinin artması hayır kabul edilebilir. Ya da mevkisinde hızla yükselen bir memur düşünün, ardından “allah yürü ya kulum dedi” der gıptayla bakarız. Allah ona hayır nasip etmiştir. Mi acaba?
Bakara 216. ayette anlatılan aslında bu. Size hoş gelen belki de akıbetiniz için hoş olmayabilir diyor Allah. Zaten bizim görür dediğimize Allah “…gözleri vardır onlarla görmezler(araf:179)” demiyor muydu? Bizim öldü dediğimize Allah “…onlara ölü demeyin(bakara:154)” demiyor muydu?
Biz hayrı ve şerri; makam, servet, şöhret vb. nefsani işlerin terazisinde tartıyoruz. Yanılgı burdan başlıyor.
Allah’a dayanıp güvenmemenin sonucu nefsani işlerle hemhal olurken girdiğimiz imtihanlardan başarıyla çıkamıyoruz. Neticesine razı olup iyi durumda da, kötü durumda da Allah’a şükretmiyoruz.
İşte her işte bir hayır var mı, yok mu; bunun cevabı budur. Eğer başa gelen iyi işte de şükredebiliyor ve bunun Allah’tan gelen bir lütuf olduğunu zikrediyorsak, bu hayırdır. Eğer başa gelen kötü işte de gene şükredip bunun bir uyarı olduğunu, Allah’ın bir rahmeti olduğunu bilirsek o kötü işte bizim hayrımıza olmuş olur.
Gerçek hayır takvadadır. Bizi Allah’a yaklaştıran her iş hayırlı, uzaklaştıran ise şerdendir.

Kaynak: www.diniyazilar.com

Ku’ran ve Şiddet – 1


Maalesef islamın karşı karşıya kaldığı en büyük suçlamalardan biri eskiden beri süregelen ve günümüzde zirve noktasına ulaşan “islamın şiddet yanlısı/şiddete dayalı bir din olduğu iddiasıdır. Bu iddia günümüzde özellikle psikolojik yöntemler kullanılarak somut bir şekilde biçimlendirilmiş/dizayn edilmiş ve sistematik olarak sosyal medya, sinema/sanat vb. gibi günümüzün tüm iletişim imkânları kullanılarak dünyaya empoze edilmektedir.
Burada psikolojik yöntemler yoluyla islamın şiddetle özdeşleştirilmesi tekniklerinin ayrıntısına girmeyeceğim. Özetle -her ne kadar gerçekte böyle olmasa da- algı olarak dünyada İslamı simgeleyen sakal, sarık, giyim kuşam gibi imgeler kullanılarak, örneğin sarıklı insanların eli silahlı teröristler olarak gösterilmesi yoluyla “genelleme” ilkesi kullanılarak böylece “İslam dini=terör ve şiddet”  kavramının insanların zihinlerine oldukça güçlü bir şekilde işlendiğini söylemem yeterli olacaktır.
Dünyada ve ülkemizde ateizmi benimseyen pek çok kişinin bu benimseyişlerinde yukarıdaki yönlendirmeye dayalı psikolojik etkinin ve öğretilerin etkisi yadsınamaz derecede büyüktür. Zira şiddet gerçekten hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği ve insanların nefret ettikleri ve etmeleri gereken bir uygulamadır. Şiddet ile özdeşleşen inanış ya da fikirlerin de nefret doğuracağı barizdir. O halde burada islama yapılan şey şudur.
  • Kur’an ekseninden oldukça uzaklaşmış ve bireysel yorumlara ve belki bir takım siyasi ve kültürel yorumlara dayalı anlayışları islamın bizzat kendisi gibi göstererek islamı karalama…
  • Kur’an’ın bütünlüğü ve verdiği mesajın özü esas alınmadan cımbızla cümleler/ayetler seçmek suretiyle Kur’andaki bazı ayetlerin şiddeti teşvik ettiği iddiasıyla islamı karalama…
  • “İslam=terör ve şiddet” anlayışını empoze ederek gerçekte olmayan bir yakıştırma/birleştirme yoluyla (islamın özünün şiddet olduğu anlayışı ile) islama saldırma
Bir sistemin, inanışın ya da anlayışın herhangi bir kavramla olan ilişkisini ortaya koyabilmek için o anlayış ve kavram arasındaki ilişki bütünsel olarak ele alınmalı ve değerlendirilmelidir. Bunun için ilgili anlayışın temel mesajları, asıl vurgusu, nihayette ulaşmak istediği gaye ve bu gayeye ulaşmak için öngördüğü yöntemler bütüncül bir yaklaşımla irdelenmeli ve bunun neticesinde ilişkilendirildiği kavramla olan ilişkisi tespit edilmelidir. Burada Kur’an’ın Şiddet ile ilgili ilişkisini anlamak için bu yönteme başvurarak Kur’an-şiddet ilişkisine bütüncül bir yöntemle bakmaya çalışacağım. Bir sistem ya da anlayışın şiddete dayalı olup olmadığını ortaya koymak için şu soruları sormak gereklidir.
Söz konusu sistem ya da inanış;
  • Şiddeti ve şiddete başvuranları övmekte midir?
  • Şiddeti bir yöntem olarak kullanmakta ve teşvik etmekte midir?
  • İnsan ilişkilerinde ve toplumsal hayatta zulme ve şiddete dayalı bir anlayışı önermekte midir?
  • İçeriğinde merhamet, şefkat, sevgi, adalet gibi ulvi ve erdemli kavramlar barındırmakta mıdır?
  • Nihai amacı nedir? Şiddetle nefret mi, sevgi, barış ve adalet mi?
Şimdi islamın temel referansı olan Kur’an’dan yukarıdaki soruların cevaplarını arayalım ve bir bütünlük içerisinde Kur’an-şiddet ilişkisi ile ilgili bir sonuca varmaya çalışalım. Birinci sorudan başlayalım:
Kur’an şiddeti ve şiddete başvuranları övmekte midir?
Kur’an ayetleri bütüncül olarak olarak incelendiğinde Kur’an’ın şiddeti ve şiddete başvuranları hiçbir şekilde övmediği, aksine şiddete başvurmayı men ettiği ve şiddete başvurmayı engellemeyi gaye edindiğini görmekteyiz.
Adem ve iki oğlunun kıssası (Maide süresi 27-34. Ayetler)
Bir kere Allah Rahman ve rahim olarak, şefkatli, merhametli, affedici olarak tanıtmakta her sürenin başında bunu bize hatırlatmaktadır. Fakat biz olgulardan hareket etmek adına ta en başa dönelim… Adem ve oğullarının kıssasına…
27. Onlara Âdem’in iki oğlunun haberini de gerçek olarak oku. Hani, ikisi birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmişti, ötekinden kabul edilmemişti. “Seni mutlaka öldüreceğim.” dedi. Öteki: “Allah sadece takva sahiplerinden kabul eder.” dedi.
28. Beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatmayacağım. Şu bir gerçek ki ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”
29. “Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da senin günahını da yüklenip ateş halkından olasın. İşte budur zalimlerin cezası!”
30. Nihayet nefsi onu kardeşini öldürmeye ısındırdı, o da onu öldürdü. Böylece hüsrana uğramışlardan oldu.
31. Derken, Allah, kardeşinin cesedini nasıl saklayacağını ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. O dedi ki: “Vay be! Şu karga kadar bile olamıyor muyum ki, kardeşimin cesedini saklayayım.” Bu arada, pişmanlık duyanlardan olmuştu.
32. İşte bu yüzden biz, İsrailoğulları üzerine şunu yazdık: Kim bir kişiyi, bir kişiye karşılık yahut yeryüzünde bir fesat sebebiyle olmaksızın öldürürse, insanları toptan öldürmüş gibidir. Ve kim bir kişiye hayat verirse insanlara toptan hayat vermiş gibidir. Andolsun, resullerimiz onlara açık-seçik kanıtlar getirmişlerdir. Ama onlardan birçoğu bunun ardından da yeryüzünde zulüm ve azgınlığa sapmaktadır.
(Maide Süresi)
Yukarıdaki ayetler okunduğunda Kur’anın şiddeti teşvik ettiği, şiddeti önerdiği savunulabilinir mi?
Görüldüğü üzere bir şekilde kardeşini kıskanan ve onu öldürmek isteyen Adem’in oğluna diğeri “Beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatmayacağım” demektedir. Burada da görüleceği üzere Allah şiddete başvuran değil, şiddetten çekinen kardeşin davranışını uygun bulmuş onu örnek göstermiş ve bu davranışı takdir etmiştir.
Keza ayetin devamında belki de insanlık tarihinin en büyük mesajlarından biri vurgulanmıştır. “Kim bir kişiyi, bir kişiye karşılık yahut yeryüzünde bir fesat sebebiyle olmaksızın öldürürse, insanları toptan öldürmüş gibidir. Ve kim bir kişiye hayat verirse insanlara toptan hayat vermiş gibidir.”
Ayrıca yine ayetin devamında Allah’ın “zulüm ve azgınlıktan” yana olmadığı vurgulanmaktadır. Bu durumda ayetten de anlaşılacağı üzere Kuran’ın zulüm, azgınlık ve şiddete karşı olduğu ve insanların bunu yapmalarını engellemek için resuller ve din gönderilerek uyarılmaya çalışıldığı da vurgulanmaktadır.
O halde bu ayetlerden çıkan sonuca göre dinin ve resullerin gönderilmesinin temel amaçlarından birinin yeryüzünde zulmü, azgınlığı, dolayısıyla şiddeti ve adaletsizliği önlemek olduğu söylenebilir. Bu da Kur’ana yapılan eleştirilerin daha ilk başta ne kadar haksız olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Şimdi ayetlerin devamını okuyalım zira ayetleri bağlamından koparmak ve bu şekilde anlamlandırmak bizleri yanlış anlamalara sevk eden en büyük amillerdendir.
Yukarıda dinin ve resullerin gönderilmesinin temel amacının “zulmü ve azgınlığı önlemek” olduğunu gördük.  Ayetin devamında ise tüm uyarılara rağmen insanlara zulmeden ve yeryüzünde azgınlık/bozgunculuk yapanlara öngörülen cezanın ne olduğuna ve neden böyle bir ceza verilmiş olabileceğine ilişkin şu ayetlere bakalım:
33. Allah ve resulüyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların cezası şudur: Öldürülürler yahut asılırlar yahut elleriyle ayakları çaprazlamasına kesilir yahut bulundukları yerden sürülürler. Bu onlar için dünyada bir rezilliktir. Âhirette de onlara büyük bir azap vardır.
34. Ancak onları gücünüz altına almadan önce tövbe edenler olursa biliniz ki, Allah Gafûr ve Rahîm’dir.
Okuduğumuz ayetler Adem’in biri diğerine karşı şiddete başvuran iki oğlu arasında geçen bir şiddet olayına dikkat çekerek başlamış, daha sonra Allah’ın bu olayı ve şiddeti kesinlikle tasvip etmediğini kesin bir dille ifade eden “…Kim bir kişiyi, bir kişiye karşılık yahut yeryüzünde bir fesat sebebiyle olmaksızın öldürürse, insanları toptan öldürmüş gibidir…”. ayetiyle devam etmiş ve akabinde yeryüzünde zulmü ve azgınlığı önlemek adına insanları uyarmak için resuller gönderildiği ama buna rağmen insanların azgınlıklarının ve zulümlerinin devam ettiğini belirten ayetlerle devam etmiştir.
Şimdi burada ayetleri sorgulayarak okuyanların sorması gereken soru şudur. “Her şeye rağmen yeryüzünde bozgunculuk çıkaran, zulme başvuran, yakıp yıkan insanlara nasıl bir cezai yaptırım uygulanmalı?”
İşte 33. Ve 34. Ayetler bu sorunun cevabıdır. Tüm uyarılara rağmen adaleti emreden ve zulmü ortadan kaldırmaya çalışan resullere savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranların cezası yaptıklarına kısas olarak;
  • Öldürdüklerine karşı öldürülmeleri,
  • Asılmaları
  • Yaptıkları talana karşı el ve ayaklarının kesilmeleri
  • Yahut sürgün edilmeleridir.
Dikkat edilirse İsrailoğullarına yazıldığı ifade edilen bu ifadeler durduk yerine suçsuz birilerine yönelik şiddete başvurmayı emreden yahut durup dururken şiddeti teşvik eden ifadeler değildir. Bilakis haksız yere saldırıya maruz kalmış, kendilerine savaş açılmış ya da saldırılmış azgın bozgunculara karşı onların bu eylemlerine karşılık olarak ve onları bu tür eylemlerden vaz geçirmeye yönelik olarak verilmiş caydırıcı cezalardır. Şimdi bu cezaları acımasız olarak görenleri şöyle bir tarihi yolculuğa çıkarmak isterim…
Günümüzden binlerce yıl önce devletin olmadığı, hapishanelerin olmadığı, polisin olmadığı, çadırlarda, çöllerde, korumasız evlerde ya da belki mağaralarda yaşayan küçük küçük kabilelerin bozguncular tarafından taciz edildiğini, çoluk çocuklarının gözlerinin önünde katledildiğini, eşlerinin annelerinin ırzına geçildiğini ve mallarının talan edildiğini düşününün…
Bu durumda sizin bu bozgunculara vereceğiniz ceza kendi yaptıkları suçlarının türünden olmayacak da ne olacaktı? Bu tür cezalar olmadığı taktirde kendinizi nasıl koruyacaksınız? Ya da insanları suç işlemekten nasıl caydıracaksınız? Onlara sadece öğüt vererek mi?
Tüm bu şartlara rağmen son ayet Allah’ın rahmet ve merhametini göstermesi ve her halükarda şiddetten yana olmadığının barıştan yana olduğunun gösterilmesi açısından oldukça manidardır. “Ancak onları gücünüz altına almadan önce tövbe edenler olursa biliniz ki, Allah Gafûr ve Rahîm’dir.” Dikkat edilirse bu ayette tüm azgınlıklarına rağmen onların tövbe etmeleri durumunda affedilebilecekleri belirtilmiş ve Allah’ın affediciliği sıfatına gönderme yapılmıştır.
Şimdi yukarıda ele alınan birkaç ayet ışığında objektif olarak düşünüldüğünde ve vicdani yaklaşıldığında Kur’anın şiddeti benimsemediği, şiddetten yana olmadığı bilakis yeryüzünde azgınlığı ve bozgunculuğu önlemeye çalıştığı rahatlıkla görülecektir. Sadece bu kadar mı?…
Tabiki hayır… Bu yazı dizisinde Kur’anda haksız bir şekilde eleştiri konusu olan pek çok ayeti ele alarak ayetleri bağlamlarından koparmadan, Kur’an bütünlüğü içerisinde ele almaya ve gerçekte Kur’an’ın temel mesajının şiddeti, bozgunculuğu, azgınlığı önlemek ve yeryüzünde barışı, selameti, iyiliği, şefkati yerleştirmek olduğunu göstermeye devam edeceğim.
Devam edecek…
www.ateizmvedin.com
Metin AYDIN

3 Kasım 2013 Pazar

...


"Sevginin büyüklüğü, gerektiğinde sevilen uğrunda yapılan fedâkarlık ve girilen risk ile ölçülür. Çok seven biri, icâbında dostu için canını verir de bir fedakârlık yaptığı hissini taşımaz. Aşk ve dostluğu tanımayıp muhabbet ve dostluktan nasib alamayan bir kimse, kemâle erme yoluna girmemiş, nefsi ile yaşıyor demektir. Çünkü sevmeyi bilmeyenin kalbi ham toprak gibidir. Mârifet ise sevmektedir. Zîrâ varlığın sebebi muhabbettir."

Topbaşzade Osman Nuri bin musa istanbulî
kaddesallahü teala sirrahul akdes

Müsamaha ve Cömertlik

Müsamaha ve Cömertlik
Bir gece Şeyh Seyyid Tâhâ Hakkârî’nin (k.s) kilerine bir hırsız girmiş ve un çuvalını sırtlayıp kaçmak istemişti. Fakat kaldırmaya güç yetiremeyince çuvalın ağzını açtı ve içinden bir miktar un boşalttı. Tekrar kaldırmak için hamle ettiyse de başaramadı. Yine boşaltıp kaldırmaya çalıştığı sırada Seyyid Tâhâ hazretleri (k.s) kilere girdi. Çuvalın arkasından tutup,
- Evladım, yardım edeyim. Herhalde kaldıramıyorsun, dedi.
Şeyhin önce ayak sesini, ardından da söylediklerini işiten hırsız iyice korkmuştu. Durumu farkeden Şeyh Seyyid Tâhâ konuşmasını şöyle sürdürdü:
- Hadi ben yardımcı olayım da çuvalı sırtına yükleyelim; ama dikkat et, bizim adamlarımız görmesin. Belki seni üzerler. Bir daha da ihtiyacın olduğunda kilere değil, bize gel. Biz senin ihtiyacını görelim.
Hırsız bu müsamaha ve cömertlik karşısında çok etkilendi, iyice mahcup oldu. Şeyhten af dileyerek kendisine hizmet eden kimseler arasına katıldı.
Kaynak : Hal Dili,  Semerkand Yayınları

Yağmur ve Kör Adam


Hz. Peygamber s.a.v.’in huzuruna bir kimse geldi, o sıralarda hüküm süren şiddetli kuraklıktan şikayet edip yağmur için Allah’a dua etmesini istedi. Bunun üzerine Hz. Rasulullah s.a.v. minbere çıkıp dua etti, hemen sonra yağmur yağdı.
Fakat bir müddet sonra bir grup, Rasulullah s.a.v.’in huzuruna gelip yağmurun haddinden fazla yağdığını, sıkıntıya düştüklerini, neredeyse helak olacaklarını söylediler. Yağmurun durması için dua etmesini talep ettiler. Hz. Peygamber s.a.v. dua etti, yağmur bulutları hemen açılarak şehrin etrafına doğru yayıldı. Bu durum karşısında Rasul-i Ekrem s.a.v. tebessüm etti ve:
– Hey Ebu Talip! Şimdi burada olsaydı çok sevinirdi. Onun söylediği şiiri bize kim söyleyebilir, diye sordu.
Hz. Ali r.a. ayağa kalkarak:
– Bana öyle geliyor ki siz şu şiiri kastediyorsunuz: “Hürmetine bulutlardan yağmur beklenilen bir zat terkedilir mi hiç? / O öyle bir iyiliksever ki, yetimler eline bakar, dullar ona güvenir.”
Hz. Ali r.a. bu şiirden birkaç beyit daha okuduktan sonra Kinâne kabilesinden biri kalktı ve şu beyitle başlayan bir şiir okudu:
– İlâhî! Hamdolsun ki Nebiyy-i Ekrem’in yüzü suyu hürmetine bize yağmur verdin.
Rasulullah s.a.v. okunan şiiri çok beğendiğini söyledi. Abdullah b. Ömer r.a.’ın da Ebu Talib’in yukarıdaki şiirini sık sık tekrarladığı ve Rasulullah s.a.v. yağmur duası için minbere çıktığında bir sahabinin de bu şiiri devamlı okuduğu nakledilir. (Aynî, Umdetu’l-Kârî, VI/12)
Osman b. Huneyf r.a. da bir rivayetinde şunları anlatmıştır:
Gözleri görmeyen bir adam Hz. Peygamber s.a.v.’e geldi ve:
– Ya Rasulallah, dua edin de gözlerim iyi olsun, dedi. Bunun üzerine Efendimiz s.a.v.:
– İstersen dua edeyim, istersen sabret. Ama sabretmen senin için daha hayırlıdır, buyurdu.
Adam, görmüyor olmanın kendisine çok ağır geldiğini ve açılması için dua etmesini istedi. O zaman Hz. Peygamber s.a.v. şöyle buyurdu:
– Öyleyse git, güzel bir abdest al, iki rekât namaz kıl, sonra şöyle dua et: “Ya Rabbi, ben senden diliyorum. Rahmet Peygamber’i ile sana yöneliyorum. Ya Muhammed! Ben seninle Rabbine yöneliyorum, istiyorum ki bu yönelişim sebebiyle gözlerim açılsın. Ya Rabbi! O’nun şefaatini benim hakkımda kabul eyle ve benim de kendim için yaptığım duayı kabul et.”
Osman b. Huneyf r.a. şöyle diyor:
“Bu zat gitti, biz daha Rasulullah s.a.v.’in huzurundan ayrılmamıştık ki tekrar geldi. Gözleri iyileşmişti.”
(Tirmizî, Deavât, 119; İbn Mâce, İkâme, 189; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/138; Hâkim, el-Müstedrek, 1/526; Heysemî, ez-Zevâid, 2/279)
(Kaynak: Semerkand Dergisi, Kasım 2011; http://semerkanddergisi.com/vesile-ve-tevessul/ )

Muharrem ayının ilk orucu ne zaman?

Muharrem ayının ilk orucu ne zaman?

Bu sene 2013 Aşure ayı olan muharrem ayı 4 Kasım Pazartesi günü başlıyor.4 kasım pazartesi muharrem ayının 1. günü ve dolayısıyla hicri olarak yeni yılın ilk günüdür.Yeni yıla oruçlu olarak başlamak isteyenler 3 kasım pazar gecesi sahura kalkarak oruca niyet etmeleri gerekir.

Bu ayın ilk on günü oruç tutan kimsenin Cenabı Hak o sene ömrünü bereketlendirir,uzatır.”
Bu ay içerisinde;Perşembe,Cuma,Cumartesi günleri peşpeşe ouç tutulursa 900 senelik nafile sevabı verilir.”

Muharrem ayının birinden onuna kadar 10 gün oruç tutmak ve 10.gün oruç tutmak ve 10.gün aşure pişirmek faziletli ibadetlerdendir.Bunu yerine getirenlerin Hz. hasan ve Hüseyin Efendilerimizle cennete girecekleri ümid edilir.

Bu 10 günlük orucu tutamayanlar,mümkünse 8,9 ve 10 günleri oruç tutmalıdır.Rasülüllah Efendimiz S.a.v. 9.cu günü seferde bulunuyorlardı.o bakımdan yalnız 10. gün oruç tutmuşlar ve “sağ olursak seneye 9.günü de tutarız” buyurmuşlardır.

Muharremin 9. ve 10. günleri birer teşbih namazı kılınmalıdır.Yine 9. ve 10. geceleri teheccüd vaktinde rıza-i ilahi için 4 rekat namaz kılınır.Her rekatte 50 ihlası şerif okunur.
Muharrem Orucu nasıl tutulur?
Kurban Bayramının 1. gününden başlayarak 20 gün sayılır. 20. günün akşamı Muharrem Orucu için niyet edilir ve oruç başlar. Niyet edildikten sonra gün doğumu ile gün batımı arasındaki sürede hiç bir şey yenilmez ve içilmez. Gün batımı ile iftar açılır.
Muharrem ayının ilk gününü oruçlu geçiren kişiye elli senelik kefaret yazılır
“Zilhiccenin sonuncu günü ile Muharremin ilk gününü oruçlu geçiren kişi geçen seneyi oruçla bitirmiş, gelecek seneyi de oruçla karşılamış olduğundan Allah-ü Teala ona elli senelik kefaret yazar.” (Gunyet’üt Talibin)
Muharrem ayında üç gün oruç tutana her gün için 900 yıllık sevap yazılır
Enes (ra)’ dan rivayet edildiğine göre Resulullah (asm) buyurdu ki:
“Kim haram aylarda(n olan Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb’de) üç gün oruç tutarsa, o kişi için 900 yıllık ibadet sevabı verilir.”Resulullah buyurdu ki her kim herhangi bir haram aydan Perşembe, Cuma ve Cumartesi olmak üzere üç günü oruçlu geçirirse, kendisine (her güne karşılık) 900 sene ibadet sevabı yazılır.” (Taberani)
Muharremden bir gün oruca, 30 gün oruç tutmuş sevabı verilir
“Her kim Muharremden bir gün oruç tutarsa ona her güne karşılık 30 gün (oruç sevabı) vardır.” (Gunyet’üt Talibin)
Resulullah (asm) buyuruyor ki:
“Kim, muharrem ayından bir gün oruç tutarsa, o ayda tuttuğu her gününe karşılık o kimse için otuz sevap vardır.” (Abbas, İmam Suyuti)
Haram aylarda bir gün oruç tutmak, diğer ayların tamamının oruçlu geçirmekten üstündür
Bilindiği gibi Muharrem haram aylardan biridir. Hadis-i Şerif’de şöyle buyrulmuştur:
“Haram aylardan herhangi birisinin bir gününü oruçlu geçirmek, başka bir ayın otuz gününü oruçla geçirmekten daha efdal ve üstündür. Ramazan ayının bir gününün orucu, haram ayların otuz gününün orucundan daha efdaldir.

2 Kasım 2013 Cumartesi

EZANIN MANASI

EZANIN MANASI
 
Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşayan büyük veli ve âlim Abdurrahman Tâhî (k.s) anlatıyor:
Gavs-ı Hizânî (k.s) bize ezanın manasını ve işitildiği vakit şöyle düşünmek gerektiğini öğretti.
Allahüekber: Allah ibadet ve taate ihtiyacı olmaktan yücedir.
Eşhedü en lâ ilâhe illallah: O’ndan başka ibadete layık yoktur.
Eşhedü enne Muhammeden Resûllullah: Peygamberlerin dediği haktır ki, namaz kılmak farzdır. Kul için kıldığı namazın sevabı vardır. Bırakınca ise acıklı bir azap ve büyük mahrumiyet vardır.
Hayye ale’s-salâh: Namaza gel ki o büyük sevaba kavuşasın.
Hayye ale’l-felâh: Namaza gel ki acıklı azaptan kurtulasın.
Ezanın bu kısmında şöyle demek gerekir: “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh”. Yani, yüce Allah’tan başka itaat etmeye, azaptan kurtulmaya yardım eden yoktur.
Müezzinin tekrar “Allahüekber” demesi, yani Allah senin ibadetine muhtaç olmaktan yücedir, eğer dinleyiciyi biraz gevşekliğe sevkederse de …
Lâ ilâhe illallah sözü; yani ibadete layık olan yalnız Allah’tır. O seni azaptan kurtaracaktır. İşte bu güzel söz gevşekliği giderir.
Kaynak: Sıbgatullah Arvâsî, Minah

Yağmur Damlası

Yağmur Damlası
Şeyh Sa‘dî-i Şîrâzî (k.s) şöyle buyurur: “Ey insan! Yüce Mevlâ seni topraktan yarattı; sen de toprak gibi alçak gönüllü ol. Sana büyüklenme yaraşmaz. Yüzünü alçak tut, baş kaldırma, hırsa kapılma, dünyayı yakma. Mademki Allah seni topraktan var etmiş; ateşe benzeme. Ateşin mizacı kibir ve gururdur. Ateş vaktiyle başını dik tutup kibirlenirken toprak acz ve tevazu gösterdi. Onun için ondan mel‘un şeytanlar yaratıldı, topraktan ise şerefli insan yaratıldı. Bak bu konuda bir örnek vereyim: Buluttan denize bir damla düştü. Damla denizin genişliğini görünce utandı, kendinin hiçbir kıymeti olmadığını sandı ve, “Denizin olduğu yerde ben ne oluyorum? Doğrusu o varken ben yokum” dedi. Damla kendisini böyle hor görünce bir sedef onu yuttu, sulara karışıp telef olmadı. Sedef onu bağrına basarak naz ile besledi, felek onun işini öyle güzel yürüttü ki padişahların taçlarına layık çok kıymetli iri bir inci oldu. Damla alçak gönüllülüğü sayesinde çok değer kazandı, yokluk kapısını çaldığı için varlık buldu.”
Kaynak: Sa‘dî-i Şîrâzî, Bostan, Semerkand Yayınları