“Mürselat’ı (Gönderilenleri) Düşünürken”
Ama estiğinde o… her başka demde rüzgârlar… düşüp devrilenlerden olmak da var. Şaşkınlık ve dehşetle uyanmak da var. Özürlüler olarak, özürler üstüne özürler dileyebilmekten özürlü olmak da var. On üzeri eksi on dokuzdan gelen keskin bir sesle… “Geçtiii” diye işitmek de var. “Bundan haberim yoktu” diyebilmekten men olunmak da var. Ay güneş bir olup geçip giderken… yıldızlar silinip süpürülürken… bir katre ateşböceği kadar ışığın olmadan karanlıklarda kalmak… gök yarıldığında aşağı… yer yarıldığında yukarı… dağlar yürütülürken sağa sola kaçamamak… denizler kaynatılırken öteye beriye kulaç atamamak da var. Hissetmek istemediğin zaman…
“Ben yalanlamadım ki” desen de “düşünmedin de bilemedin” denirken anlayıp da hüsrandan… ya da “buyur” edildiğinde… “neyim bu lütfa layıktı” diyerek… sevinçten ağlamak da var. Başına kuşların çamur yağdırdıklarının… sesle darmadağın edilmişlerin… helak dalgalarıyla boğulmuşların… tufanlar altında kalmışların… lavlar arasında taşlaşmışların… tapınılmış olup da azmışların… ve aklını kullanmamışlıkla hüsrana uğramışların peşine takılıp da… üç çatallı gölgeye gitmek de var… Ayakları yere değmeden koşanlarla… yükselip alçalıp huzurla süzülenlerle… tapınılmış olup da tapınılmayı reddedenlerle… ve aklını kimseye teslim etmeyenlerle arkadaş olup… mutlulukla ve kol kola uçmak da var. Bütün gözler, zamandan koptuğu zaman…
Şimdi yap, yapmakta geç kalmış olacaksın… Şimdi söyle, söyleyemeyeceksin… Şimdi gör, görmek işine yaramayacak… Şimdi sev, sevmekte geç kalacaksın… Şimdi anla, anlamak için çok geç olacak… Şimdi oku, okumak fayda vermeyecek… Şimdi ara, arayıp da bulamayacaksın… Şimdi sor kendine, sorulacaksın… Kaç şimdi ortak saydıklarından, onlarla olacaksın… Yalanlama artık, yalanlayamayacaksın… Şimdi yak ışığını… Bir mum bile bulamayacaksın… Yıldızlar söndürüldüğü zaman…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder