30 Eylül 2013 Pazartesi

Bir Hadis..

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: 

Allah, geceleyin Kur'ân okuyan bir kula kulak verdiği kadar, hiçbir şeye kulak verip dinlemez. Allah'ın rahmeti, kul namazda olduğu müddetçe kulun başı üstüne saçılır.

| Hadis-i şerif,Tirmizî

Bir Ayet..

"Rabbimiz, bizi doğru yola sevk ettikten sonra kalplerimizi saptırma ve kendi katından bize rahmet bağışla, şüphe yok ki sen, fazlasıyla bağışlayansın."

Al-i İmran Suresi, 8. Ayet Meali

Bir Dua..

“ Rabbim!
Varlığının gücüne güvenip, bütün dertlerimizi küçümsüyoruz.
Sıkıntılarımızı giderip, içimize ve isteklerimize İnşirâh ver lütfen. . . ”

M.Deveci

Bir Ayet..

"O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır."

| Mülk, 2.

:))

Kamu kurumlarındaki başörtüsü yasağı kaldırıldı. 
Vatana millete hâyırlı olsun  

Bir Söz..

❝ Nakşediyor yüreğime İlâhi bir kudret,
Diyor ki;

Ey kulum ; Bu senin imtihânın, 
Rabbin için sabret ! ❞

29 Eylül 2013 Pazar

..





Bazı insanlar, bazı insanlara şifâdır. Allah şifâmızı versin..

okuduğum kitaptan


okuduğum kitaptan


okuduğum kitaptan


Bir Söz..

Ne oldu bize Allah'ım..
Neden bıraktık ki Seni?..
Oysaki biz, tek parmağıyla ayı
yaran Peygamberin,
Ellerini kaldırıp dua ettiği ümmettik...

Osman Nuri Ünsal
 

Başın Örtülmesi?

Başın örtülmesi?

Cumhuriyetimizi tehdit eden baş aktör,
Başörtüsü mü? Başın örtülmesi mi?
İlk bakışta iki önerme arasında bir fark yokmuş gibi gözüküyor değil mi?
Başın sözlük anlamlarından biri: İnsan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağız vb. organları kapsayan, vücudun üst veya önünde bulunan bölüm, kafa… Boynun üst kısmında yer alan ve en mühim organlarımızı taşıyan vücudun bir bölümü. Baş, vücudun idare merkezi durumundadır. Beyinve beyine bitişik diğer Sinir sistemi parçaları, gözler, kulaklar, ağız, burun, kemikler, kaslar, damarve sinir şebekeleri, deri ve Saç başta, bulunan yapılar arasında sayılabilir.
Başta bulunan doku ve organlar, son derece muntazam olarak yaratılmış bulunan baş iskeleti içine veya üzerine yerleşmiş durumdadır. Bunlar içinde en mühimi şüphesiz ki beyindir. Başın içinde bulunan beyin, akılla – bilinçle karar vererek düşünce çatımızı- yaşam biçimimizi belirler.

Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır. 
Yunus 10 / 100

Kur’an daki ayetler bütünlüğünden çıkardığım sonuca göre özgür irademle, başını örtmeye karar veren bir kardeşinizim.
Başımı örtmeye karar verdikten sonra ki süreçte yakın çevremde karşılaştığım tepkileri-soruları özetleyecek olursam “ Beynini-aklını kim/ler yıkamış” , “Hangi, tarikat veya cemaate üye oldun?”… Uzunca bir dönem bu ve buna benzer tepki ve soruları cevaplandırmaya çalışmakla geçirdim. Hala da cevaplandırmaya devam ediyorum. Anlayacağınız üzere başını çocukluktan beri örten hatta gençlik dönemin de ya da sonraki çeyrekte örten bir kardeşiniz değilim.  Bu sebeple başörtüsü mücadelesinin niçin, neden yapıldığıyla alakalı dönemden,  bilinçli bir şekilde hiiiiç haberi olmayan bir kardeşinizim. Bunun sebebi büyük bir ihtimalle, Lise dönemim de örgün eğitimden yine özgür irademle karar vererek uzaklaşıp, iş hayatıma çekirdekten muhasebe öğrenmek üzere bir yakınımın şirketine geçmem ve çocukluğumdan beri evimizde sadece ……..  Gazetesi okunmasından dolayı olmalı…  Okuduğumuz gazetenin statü ve düşünce yapımızı şekillendiren/ belirleyen araç olduğunu algılamam uzun sürmemişti… Sağ-sol tartışmaları yapan akrabalarımın okuduğu gazeteler  farklıydı… Yanlış anlaşılmasın eğitim sistemimiz den uzak oluşum sayesinde,  başörtüsü sorunlarından uzak kaldığımı anlatmaya çalışıyorum yoksa eğitimi mi dışarıdan tamamladığımı ve hala tamamlamaya devam ettiğimi belirtmek isterim. Ayrıca gazetelere söyleyecek tek bir sözüm olamaz…  Sözüm, sorgusuz sualsiz okuduğu her şeyi gerçek zanneden ve objektif bir bakış açısından yoksun,  aklını ipotek eden herkese… Bu memlekette duygudaşlık yeteneğinden yoksun,  okuduğu her şeyi sorgusuz sualsiz hap gibi yutan neyi savunduğunu neden savunduğunu bilmeyen nesiller yetişti… Takdir edersiniz ki okuduğumuz  “tüm kaynaklar”  düşünce çatımızı belirleme de “başı”  çeken faktörlerdendir.
Yıllarca dünyamızda demokrasiden, insan haklarından, düşünce – din ve vicdan özgürlüğünden / eksikliliğinden bahsedilir ki tartışılması gereken asıl unsurlar bunlardır. Ötekileşme, ötekileştirme tuzağına nasıl düştük. Müslüman olmaktan bahsederken Müslüman olmanın kavramsal içeriğini bilmeden nasıl Müslüman olduk? Yurdumuz da nasıl bir zihinsel sapma yaşadık ki ve hala yaşamaya devam ediyoruz. İnsanın kişiliğinin ötelendiği,  kılık kıyafetle insanın statüsünün belirlendiği yurdum insanın istediği kılık kıyafeti giyme özgürlüğüne kim ne hakla karışır! .  Zihnimizi kimlere neden ipotek ettik… Belirli İŞLERDE ÇALIŞAN fertlerin kılık kıyafetlerinde getirilen zorunlu uygulamalar değil kastettiğim. Tartışmaya açmak istediğim konu özgür yaşam alanlarımızın kim ve kimler tarafından yönlendirildiği, şekillendirildiği!
Başörtüsü mü? Başın örtülmesi mi?
Hemcinslerimin,  özgür iradeleriyle karar vererek başlarını örtmek istemelerine veya istememelerine kim nasıl ne hakla karışabilir! . Hiç kimse kendinde,  başkasının özgür iradesinin üstünde zorba ve zorlayıcı hatta kişi hak ve hürriyetinin üzerinde karar verme yetisine sahip olmamalı OLAMAZ! Başımı örtmemle aklımın örtülmesini eşit görenlere sorarım “başınızın- aklınızın örtük olup olmadığından emin misiniz?”

Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır. 
Yunus 10 / 100


Kaynak: www.diniyazilar.com

 

Allah’ın Yolu Akıl ve Vicdan Yoludur…

Allah’ın yolu akıl ve vicdan yoludur. Allah’ın beğenmediği canlı tipi; gerçeğe karşı sağır olan ve aklını işletmeyen insanlardır.

Bu tipler Allah’ın, diğer canlılardan ayırt edici özellik olarak verdiği aklı kullanmadıkları için Allah’ın sayısız delilini görememektedirler.
Kuran’ın anlattığı dini anlamayanlar dini; dogmalar, hurafeler, içinden çıkılması ve uygulanması mümkün olmayan zorluklar sistemi olarak göstermişlerdir. Bu tavırlarıyla da yüz milyonlarca kişiyi dinden uzaklaştırmışlar, hatta birçok insanı dinsizliğe sürüklemişlerdir.
Kuran’ın anlattığı İslam’ı; bu geleneksel, zorlaştırılmış, mantıksızlaştırılmış dinden ayırt etmek, bu yüzden çok önemlidir. Böylece Kuran’ın anlattığı İslam; üzerindeki yüklerden, eklemelerden, eksiltmelerden kurtulacaktır. Hem de Kuran’dan, İslam’dan soğutulmuş kitlelerin geri kazanılması mümkün olacaktır.

And olsun size hatırlatıcı bir kitap indirdik. Yine de aklınızı kullanmayacak mısınız? 21-Enbiya Suresi - 10

Kaynak: www.diniyazilar.com
 

Bir Ayet..



“ Yoksa insan ;
Her hülyasına kavuşacak mı sanır? ”
✿⊱╮

- Necm Sûresi, 24

Hadîs-i Şerîf

Lâ rahate fiddünyâ. 
Dünyâda rahatlık yoktur. 

Bir Söz..

- Ve sonra
Secdeye varıp duâ ediyoruz .
Biliyoruz ki ;
Rabbimizden başkası anlayamaz bizi. . .

✿⊱╮

Bir Söz..

- Dertler büyük.
Büyükte;
Allah hepsinden büyük. . .

28 Eylül 2013 Cumartesi

.


KUR’AN-I KERİM’DE GEÇEN DUA AYETLERİ

KUR’AN-I  KERİM’DE GEÇEN DUA AYETLERİ

   

رَبَّنَا اٰتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
“Ey Rabbimiz! Bizlere dünyada ve ahirette güzellikler ihsan eyle azabından muhafaza eyle.” ( Bakara 201
)رَبَّنَا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرٖينَ
Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.” ( Bakara 250) رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسٖينَا اَوْ اَخْطَاْنَا رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَا اِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِهٖ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا اَنْتَ مَوْلٰینَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرٖينَ
Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” ( Bakara 286)
رَبَّنَا اِنَّنَا اٰمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından koru. (Ali imran 147)
رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَاِسْرَافَنَا فٖى اَمْرِنَا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرٖينَ
“Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı sağlam tut. Kâfir topluma karşı bize yardım et. (Araf 155)
رَبِّنَا لَمَّا جَاءَتْنَا رَبَّنَا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِمٖينَ
Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve müslüman olarak bizim canımızı al.” (Araf 126)
اَنْتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الْغَافِرٖينَ
Sen, bizim velimizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı. Sen, bağışlayanların en hayırlısısın” dedi. (Araf 155))
فَقَالُوا عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَا رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلْقَوْمِ الظَّالِمٖينَ
Biz yalnız Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz, bizi zalimler topluluğunun baskı ve şiddetine maruz bırakma!” (Yunus 85)
رَبِّ اِنّٖى اَعُوذُ بِكَ اَنْ اَسْپَلَكَ مَا لَيْسَ لٖى بِهٖ عِلْمٌ وَاِلَّا تَغْفِرْ لٖى وَتَرْحَمْنٖى اَكُنْ مِنَ الْخَاسِرٖينَ
Rabbim! Şüphesiz ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana acımazsan, şüphesiz ziyana uğrayanlardan olurum. (Hud 47)
رَبَّنَا اِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْفٖى وَمَا نُعْلِنُ وَمَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ مِنْ شَیْءٍ فِى الْاَرْضِ وَلَا فِى السَّمَاءِ
“Rabbimiz! Şüphesiz sen, gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.” (İbrahim 38)
رَبِّ اجْعَلْنٖى مُقٖيمَ الصَّلٰوةِ وَمِنْ ذُرِّيَّتٖى رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاءِ
“Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.” (İbrahim 40)
رَبَّنَا اغْفِرْ لٖى وَلِوَالِدَیَّ وَلِلْمُؤْمِنٖينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ
“Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana babamı ve inananları bağışla. (İbrahim 41)
رَبِّ اَدْخِلْنٖى مُدْخَلَ صِدْقٍ وَاَخْرِجْنٖى مُخْرَجَ صِدْقٍ وَاجْعَلْ لٖى مِنْ لَدُنْكَ سُلْطَانًا نَصٖيرًا
“Rabbim! (Gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.” (İsra 80)
رَبَّنَا اٰتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ اَمْرِنَا رَشَدًا
Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır” (Kehf 10)
رَبِّ اشْرَحْ لٖى صَدْرٖی وَيَسِّرْ لٖى اَمْرٖی وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانٖی يَفْقَهُوا قَوْلٖی
Rabbim! Gönlüme ferahlık ver.” “İşimi bana kolaylaştır.” Dilimdeki tutukluğu çöz ki sözümü anlasınlar.” (Taha 25-26-27-28)
رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنٖى فَرْدًا وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِثٖينَ
“Rabbim! Beni tek başıma bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın” (Enbiya 89)
رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطٖينِ
Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım (Mü’minün 97)
وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ
“Ey Rabbim! Onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım (Mü’minün 98)
رَبَّنَا اٰمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِمٖينَ
“Ey Rabbimiz! Biz inandık, bizi bağışla, bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın (Mü’minün 109)
رَبَّنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَ اِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًا
“Ey Rabbimiz! Bizden cehennem azabını uzaklaştır, gerçekten onun azabı sürekli bir helâktir (Furkan 65)
اِنَّهَا سَاءَتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا
“Şüphesiz, ne kötü bir durak ve ne kötü bir konaktır orası.” (Furkan 66)
رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقٖينَ اِمَامًا
“Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle (Furkan 74)
رَبِّ هَبْ لٖى حُكْمًا وَاَلْحِقْنٖى بِالصَّالِحٖين.* وَاجْعَلْ لٖى لِسَانَ صِدْقٍ فِى الْاٰخِرٖين.* وَاجْعَلْنٖى مِنْ وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّعٖيمِ
“Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni salih kimseler arasına kat
Sonra gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan kıl.” Beni Naîm cennetinin varislerinden eyle.” Şuara 83 84 85
رَبِّ اِنّٖى لِمَا اَنْزَلْتَ اِلَیَّ مِنْ خَيْرٍ فَقٖيرٌ
Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım (Kasas 24)
رَبِّ انْصُرْنٖى عَلَى الْقَوْمِ الْمُفْسِدٖينَ
“Ey Rabbim! Şu bozguncu kavme karşı bana yardım et” (Ankebut 30)
رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذٖينَ سَبَقُونَا بِالْاٖيمَانِ وَلَا تَجْعَلْ فٖى قُلُوبِنَا غِلًّا لِلَّذٖينَ اٰمَنُوا رَبَّنَا اِنَّكَ رَؤُفٌ رَحٖيمٌ
“Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.” (Haşr 10)
رَبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَاِلَيْكَ اَنَبْنَا وَاِلَيْكَ الْمَصٖيرُ
“Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır. (Mümtehine 4)
رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلَّذٖينَ كَفَرُوا وَاغْفِرْ لَنَا رَبَّنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ
“Ey Rabbimiz! Bizi, inkâr edenlerin zulmüne uğratma. Bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin (Mümtehine 5)
رَبَّنَا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَا اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَیْءٍ قَدٖيرٌ
Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter (Tahrim 8 ) ***

Şeytanın hileleri..

Şeytan Allah’ın laneti onun üzerine olsun…

‎- Bir gün Resülullah (s.a.v.) ile beraberdik. Ensardan birinin evinde toplanmıştık… Tam bir cemaat olmuştuk. Sohbete dalmıştık. Bu arada, dışarıdan bir ses geldi;
- Ev sahibi… İçerdekiler.. Eve girmem için bana izin verir misiniz? Benim sizden bir dileğim var. Görülecek bir işim var.
Bunun üzerine, herkes Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin yüzüne bakmaya başladı. Orada ve her zaman büyük oydu… izin ondan çıkacaktı. Resülullah (s.a.v.) Efendimiz, duruma vakıf oldu ve:
- “Bu seslenen kimdir, bilirmisiniz?..” Buyurdu… Biz hep birden şöyle dedik:
- En iyi bilen Allah ve Resulüdür. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz:
- “O, laîn İblistir. -Şeytandır-. Allah’ın laneti onun üzerine olsun…”
Buyurunca; hemen Hz. Ömer:
- Ya Resülullah, bana izin veriniz onu öldüreyim.
Dedi… Resülullah (s.a.v.) Efendimiz bu izni vermedi; şöyle buyurdu:
- “Dur ya Ömer, bilmiyor musun ki; ona belli bir vakte kadar mühlet verilmiştir.. Öldürmeyi bırak.”
Sonra şöyle buyurdu:
- “Kapıyı ona açın gelsin… O, buraya gelmek için emir almıştır. Diyeceklerini anlamaya çalışınız. Size anlatacaklarını iyi dinleyiniz…”
* * *
Bundan sonrasını ondan dinleyelim; yani Ravi’den. Şöyle anlattı:
- Kapıyı ona açtılar, içeri girdi ve bize göründü. Bir de baktık ki, şekli şu: Bir ihtiyar. Şaşı. Aynı zamanda köse. Çenesinde altı veya yedi kadar kıl sallanıyor. At kılı gibi. Gözleri yukarı doğru açılmış. Kafası, büyük bir fil kafası gibi. Dudakları da, bir manda dudağına benziyordu.
Sonra, selam verdi, onun bu selamına Resulullah (s.a.v.) Efendimiz şu mukabelede bulundu:
- “Selam Allah’ındır ya laîn…”
Sonra ona şöyle buyurdu:
- “Bir iş için geldiğini duydum; nedir o iş?”
Şeytan şöyle anlattı:
- Benim buraya gelişim, kendi arzumla olmadı. Mecburen geldim.
Resulullah (s.a.v.) Efendimiz sordu:
- “Nedir o mecburiyet?” Şeytan anlattı:
- İzzet sahibi Rabbın katından bana bir melek geldi. Ve dedi ki:
- Allah-ü Teala sana emir veriyor: Muhammed’e gideceksin. Ama düşük ve zelil bir halde. Tevazu ile. Ona gideceksin ve ademoğullarını nasıl kandırdığını anlatacaksın. Onları nasıl al­dattığını söyleyeceksin bir bir ona. Sonra o; sana ne sorarsa doğrusunu di­yeceksin.
Sonra… Allah-ü Teala buyurdu ki:
- Söylediklerine bir yalan katarsan, doğruyu söylemezsen… seni kül ederim; rüzgar savurur.. Düşmanların önünde, seni rüsvay ederim.
İşte… böyle; ya Muhammed, o emir üzerine sana geldim.
Arzu ettiğini bana sor. Şayet bana sorduklarına doğru cevap vermezsem; düş­manlarım benimle eğlenecek. Şu muhak­kak ki, düşmanlarımın eğlencesi olmaktan daha zor bir şey yoktur.
* * *
Bundan sonra, Resüiullah (s.a.v.) Efen­dimiz şöyle sordu:
- “Madem ki, sözlerinde doğru olacak­sın. O halde bana anlat: Halk arasında en çok sevmediğin kimdir?”
Şeytan şu cevabı verdi:
- Sensin, ya Muhammed… Allah’ın ya­rattıkları arasında senden daha çok sevme­diğim kimse yoktur. Sonra, senin gibi kim olabilir ki? Resulullah (s.a.v.) Efendimiz sordu:
- “Benden sonra, en çok kimlere buğuzlusun ve sevmezsin?..” Şeytan anlattı:
- Müttaki bir gence ki… varlığını Allah yoluna vermiştir.
Bundan sonra, sual cevap aşağıdaki şe­kilde devam etti. Resülullah (s.a.v.) Efendimiz sordu; şeytan anlattı:
- “Sonra kimi sevmezsin?”
- Kendisini sabırlı bildiğim, şüpheli iş­lerden sakınan alimi…
-”Sonra?..”
- Temizlik işinde… yıkadığı yerleri üç defa yıkamaya devam eden kimseyi.
-”Sonra?..”
- Sabırlı olan bir fakiri ki; ihtiyacını hiç kimseye anlatmaz… Halinden şikayet et­mez.
- “Peki, bu fakirin sabırlı olduğunu ne­reden bilirsin?..”
Ya Muhammed, ihtiyacını kendi gibi birine açmaz. Her kim ihtiyacını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa, Allah onu
sabredenlerden yazmaz. Sabırlı kimselerin işi buna benzemez. Hasılı, onun sabrını; halinden, tavrından ve şikayet etmeyişinden anlarım.
- “Sonra kim?..”
- Şükreden zengin.
- “Peki, ama o zenginin şükreden oldu­ğunu nasıl anlarsın?..”
- Onu görürsem ki, aldığını helal yol­dan alıyor ve mahalline harcıyor. Bilirim ki:
O şükreden bir zengindir.
* * *
Resülullah (s.a.v.) Efendimiz bu defa mevzuu değiştirdi ve ona başka bir sual sor­du:
- “Peki, ümmetim namaza kalkınca, se­nin halin nice olur?..”
- Ya Muhammed, beni bir sıtma tutar. Titrerim.
- “Neden böyle olursun; ya laîn?..”
- Çünkü bir kul, Allah için secde edince bir derece yükselir.
- “Peki, ya oruç tuttukları zaman nasıl olursun?..”
- O zaman da bağlanırım. Taa, onlar iftar edinceye kadar.
- “Peki, ya hac yaptıkları zaman nasıl olursun?..”
- O zaman da, çıldırırım.
- “Peki, ya Kuran okudukları zaman nasıl olursun?..”
- O zaman da, eririm. Tıpkı ateşte eri­yen bir kurşun gibi eririm.
- “Peki, ya sadaka verdikleri zaman ha­lin nasıldır?..”
- Ha, işte… o zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren, bir testere alır eline ve beni ikiye böler.
Resülullah (s.a.v.) Efendimiz sebebini sordu:
- “Neden öyle testere ile ikiye biçilirsin, ya Eba mürre?”
Bunun üzerine İblis:
- Onu da anlatayım…
Dedikten sonra anlatmaya başladı:
- Çünkü sadakada dört güzellik vardır. Şöyle ki:
1- Allah-ü Teala, sadaka verenin malına ihsan eyler.
2- O sadaka, veren kimseyi halkına sev­dirir.
3- Allah-ü Teala, onun verdiği sadakayı, cehennemle arasında bir perde yapar.
4- Allah-ü Teala, belayı, sıkıntıyı ve ah­ları ondan defeder.
* * *
Bundan sonra, Resülullah (s.a.v.) Efen­dimiz ashabı hakkında ona bazı sorular sor­du:
- “Ebubekir için ne dersin?..” İblis buna şu cevabı verdi:
- O bana, cahiliyet devrinde bile itaat etmedi… İslam’a girdikten sonra nasıl bana itaat eder?
- “Peki, Ömer b. Hattab için ne der­sin?..”
İblis buna da şu cevabı verdi:
- Allah’a yemin ederim ki, her gördü­ğüm yerde ondan kaçtım.
- “Peki Osman b. Affan için ne dersin?..”
- Ondan utanırım… hem de çok… Na­sıl ki, Rahman’ın melekleri de ondan uta­nırlar. ..
- “Peki, Ali b. Ebutalib için ne dersin…”İblis onun için de şöyle dedi:
- Ah, onun elinden bir kurtulsam… O, kendi başına kalsa; ben de kendi başıma kalsam… O, beni bıraksa… ben de onu bıraksam… Ben onu bırakırım; ama o beni bırakmaz.
Resülullah (s.a.v.) Efendimiz, yukarıdaki soruları sorduktan ve şeytanın verdiği ce­vaplar da kısmen bittikten sonra, şöyle buyurdu:
- “Ümmetime saadet ihsan eden; seni de taa, belli bir vakte kadar şaki kılan Al­lah’a hamd olsun.”
Resülullah (s.a.v.) Efendimiz o cümlesini duyan laîn İblis şöyle dedi:
- Heyhat, heyhat… Ümmetin saadeti nerede? Ben, o belli vakte kadar diri kaldık­ça, sen ümmetin için nasıl ferah duyarsın?..
Ben, onların kan mecralarına girerim. Etlerine karışırım. Ama onlar, benim bu halimi göremez ve bilemezler, beni yaratan ve baas gününe kadar bana mühlet veren Allah’a yemin ederim ki:
Onların tümünü azdırırım. Cahillerini ve alimlerini… Ümmilerini ve okumuşlarını… Facirlerini ve abidlerini… Hasılı, bunların hiçbiri elimden kurtulamaz.
Fakat… Allah’ın halis kullarını… Evet, bunları azdıramam.
Bunun üzerine Resülullah (s.a.v.) Efen­dimiz sordu:
- “Sana göre ihlas sahibi olan muhlis kullar kimlerdir?..”
Bu suale İblis şu cevabı verdi:
- Bilmez misin? ya Muhammed, bir kimse ki, dirhemini ve dinarını sever… O Allah için bir ihlasa sahip değildir.
Bir kimseyi görürsem ki; dirhemini ve dinarını sevmez; övülmekten, medh edilmekten hoşlanmaz… bilirim ki o: İhlas sahi­bidir… Hemen onu bırakır kaçarım.
Bir kul, malı ve övülmeyi sevdiği süre, kalbi de dünya arzularına bağlı kaldığı müd­det, o size vasfım yaptığım kimseler arasında bana en çok itaat edendir.
Bilmez misin ki; mal sevgisi, büyük gü­nahların en büyüğüdür.
Bilmez misin ki; ya Muhammed, baş ol­ma sevgisi yine büyük günahların en büyük­leri arasındadır.
İblis, anlatmaya devam etti:
- Ya Muhammed, bilmez misin?.. Be­nim yetmiş bin tane çocuğum var. Bunların her birini bir başka yere tayin etmişimdir. Sonra… o her çocuğumla birlikte yine yetmiş bin tane şeytan vardır.
Onların bir kısmını ulemaya gönderdim.
Bir kısmını gençlere yolladım.
Bir kısmını da, meşayiha saldım.
Bir kısmını da, ihtiyar kadınlara musal­lat ettim.
Gençlere gelince; aramızda hiçbir anlaş­mazlık yoldur. Onlarla gayet iyi geçiniriz.
Çocuklara gelince… onlarla da, bizim­kiler istedikleri gibi birlikte oynarlar.
Bizimkilerin bir kısmını da, abidlerin ba­şına dert ettim. Bir kısmını da zahidlerin.
Onlar, bunların yanına girer; halden ha­le sokarlar. Bir tepeden öbürüne… hep dolaştırıp dururlar. Öyle bir hal alırlar ki; baş­larlar, sebeplerden herhangi birine sövmeye…
İşte… böylece, onlardan ihlası alırım… Onlar, bu haller ile, yaptıkları ibadeti, ihlassız yaparlar gayrı… Ama, bu hallerinin farkında olamazlar.
İblis, bundan sonra, aldattığı bir rahibin hikayesini anlatmaya geçti. Ve şöyle dedi;
- Bilmez misin, ya Muhammed, Rahip Barsisa; tam yetmiş yıl ihlas ile Allah’a iba­det etti.
Bu ibadetleri sonunda, ona öyle bir hal ihsan edilmişti ki: Her dua ettiği hasta, duası bereketi ile şifayap oluyordu.
Onun peşine takıldım; hiç bırakma­dım… Zina etti. Katil oldu. Sonunda da küf­re girdi.
Bu o kimsedir ki; Allah-ü Teala aziz kitabında, ona şöyle anlatır:
- “… Şeytanın hali gibidir ki; o insana:
-Kafir ol…
Dedi. Vaktaki o kafir oldu; bu defa ona şöyle dedi:
- Ben, senden uzağım… Ben alemlerin
Rabbi olan Allah’tan korkarım.” (59/16).
* * *
İblis, bundan sonra, bazı kötü huylar üzerinde durdu. Ve onların her birinden na­sıl istifade ettiğini anlattı…
YALAN:
- Bilmez misin ya Muhammed, yalan bendendir ve ilk yalan söyleyen de benim.
Her kim yalan söylerse… o benim dos­tumdur.
Her kim yalan yere yemin ederse… o da benim sevgilimdir.
Bilmez misin ya Muhammed, ben Adem’e ve Havva’ya yalan yere Allah adına and içtim.
- “Muhakkak, ben size nasihat edi­yorum.” (7/16).
Dedim… Bunu yaparım; çünkü yalan yere yemin gönlümün eğlencesidir.
GIYBET- KOĞUCULUK:
Gıybet ve koğuculuğa gelince… Onlar da, benim meyvelerim ve şenliğimdir.
NİKAH ÜZERİNE YEMİN ETMEK:
- Her kim, talak üzerine yemin eder­se… günahkar olacağından endişe edilir. İsterse bir defa olsun. İsterse doğru bir şey üzerine olsun.
Her kim, talakı ağzına alırsa… taa, ha­kikat belli oluncaya kadar karısı ona haram olur. Onlar bu halleri ile, kıyamete kadar meydana getirecekleri çocuklar, hep zina çocuğu olur. Ağza alınan o talak kelimesi yüzünden, hepsi cehenneme girer.
NAMAZ:
- Ya Muhammed, namazı an bean tehir edene gelince… onu da anlatayım.
O, her ne zaman ki, namaza kalkmak ister; tutarım. Ona vesvese veririm.
Derim ki:
- Henüz vakit var. Sen de meşgulsün. Hele şimdilik işine bak. Sonra kılarsın.
Böylece o: Vaktinin dışında namazını kılar… Ve bu sebepten onun kıldığı namaz yüzüne atılır.
Şayet o kimse, beni mağlup ederse… ona insan şeytanlanndan birini yollarım… Böylece onu vaktinde namaz kılmaktan alı koyar.
O, bunda da, beni mağlup ederse… bu sefer onun hesabını namazından görmeye bakarım. O namazın içinde iken:
- Sağa bak… sola bak…
Derim… O da, bakar… O ki böyle yap­tı… yüzünü okşar alnından öperim. Bundan sonra ona:
— Sen, ebedi yaramaz bir iş yaptın.
Derim ve böylece onun huzurunu boza­rım.
Sen de bilirsin ki ya Muhammed, her kim namazda sağa ve sola çokça bakarsa, Allah onun namazını kabul etmez.
Bunda da ona mağlup olursam. Yalnız başına namaz kıldığı zaman yanına gide­rim. Ve ona: Çabuk namaz kılmasını emre­derim. O da, başlar; namazını çabuk çabuk kılmaya. Tıpkı horozun, gagası ile, yerden bir şeyler topladığı gibi…
Bu işi, ona yaptırmakta da, başarı kaza­namazsam; bu sefer cemaatle namaz kılar­ken onun yanma varırım.
Orada onun başına bir gem takarım… Başını imamdan evvel secdeden ve rukû’dan kaldırırım… İmamdan evvel de, secde ve rukû yaptırırım.
işte… o böyle yaptığı için, kıyamet gü­nü Allah onun başını eşek başına çevirir.
O kimse, bunda da beni yenerse… Bu defa, ona namazda parmaklarını çıtlatmasını emrederim. Böylece o: Beni teşbih edenlerden olur. Ama bu işi ona namaz içinde yaptırmaya muvaffak olursam.
Bunda da, ona mağlup olursam. Bu se­fer ona tekrar giderim. Namaz içinde iken burnuna üflerim. Ben üfleyince, o esnemeye başlar.
Şayet o, bu esneme esnasında elini ağzına kapamazsa… onun içine küçük bir şey­tan girer, dünya hırsını ve dünyevî bağlarını çoğaltır.
İşte… bundan sonra o kimse: Hep bize itaat eder. Sözümüzü dinler. Dediklerimizi
yapar.
* * *
Şeytan bundan sonra, konuşmasına de­vam etti:
- Sen, ümmetin hangi saadetinden fe­rah duyarsın ki?..
Ben onlara, ne tuzaklar kurarım… ne tuzaklar.
Miskinlerine, çaresizlerine ve zavallılarına giderim. Namazı bırakmalarını emrede­rim. Ve onlara derim ki:
- Namaz size göre değil… O, Allah’ın afiyet ihsan ettiği ve bolluk verdiği kimseler içindir.
Sonra da hastalara giderim:
- Namaz kılmayı bırak. Derim… Çünkü Allah-ü Teala:
- “Hastalara zorluk yok…” (24/61)
Buyurdu… İyi olduğun zaman çokça kı­larsın. Ve böylece o, namazını bırakır. Hat­ta küfre de gidebilir.
Şayet o, hastalığında namazını terk ederek ölüp giderse… Allah’ın huzuruna çıkarken, .Allah-ü Teala’yı öfkeli bulur.
Sonra şöyle dedi:
-Ya Muhammed, eğer bu sözlerime yalan kattımsa, beni akrep soksun… Sonra… eğer yalan varsa… Allah (CC) beni kül eylesin.
İblis bundan sonra, konuşmalarına de­vam etti ve şöyle dedi:
-Ya Muhammed, sen ümmetin için fe­rah mı duyuyorsun? Halbuki ben onların al­tıda birini dininden çıkardım.
* * *
Bundan sonra… Resulullah (s.a.v.) Efendimiz ona, yani İblis’e aşağıdaki şekilde kısa kısa bazı sorular sordu. O da bunlara cevap verdi:
- Ya laîn, senin oturma arkadaşın kim?”
- Faiz yiyen.
- “Dostun kim?”
- Zina eden.
- “Yatak arkadaşın kim?”
- Sarhoş.
- “Misafirin kim?”
- Hırsız.
- “Elçin kim?”
- Sihirbazlar.
- “Gözünün nuru nedir?”
- Karı boşamak.
- “Sevgilin kim?
- Cuma namazını bırakanlar.
* * *
Resulullah (s.a.v.) Efendimiz bu defa başka bir mevzua geçti ve şöyle sordu:
- “Ya laîn, senin kalbini ne kırar?”
- Allah yolunda cihada koşan atların kişnemesi…
- “Peki, senin cismini ne eritir?”
- Tevbe edenlerin tevbesi.
“Peki, ciğerini ne parçalar, ne çürütür?”
- Gece ve gündüz, Allah’a yapılan bol bol istiğfar.
- “Peki, yüzünü ne buruşturur?”
- Gizli sadaka.
- “Peki, gözlerini kör eden nedir?”
- Gece namazı.
- “Peki, başını eğdiren nedir?
- Çokça kılınan cemaatle namaz.
* * *
Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz tekrar bir başka mevzua geçti ve şöyle sordu:
- “Sana göre insanların en saadetlisi kimdir?”
- Namazlarını bilerek kasten bırakan­lar.
- “Peki, sana göre insanların en şakisi kim?”
- Cimriler.
- “Peki, seni işinden ne alı koyar?”
- Ulema meclisleri.
- “Peki, yemeğini nasıl yersin?”
- Sol elimle parmaklarımın ucu ile.
- “Peki, sam yeli estiği zaman ve ortalı­ğı sıcaklık bastığı zaman çocuklarını nerede gölgelendirirsin?”
- İnsanların tırnakları arasında.
* * *
Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz bundan sonra, bir başka mevzuu sordu. İblis de ce­vap verdi.
- “Rabbinden neler talep ettin?”
- On şey talep ettim.
- “Nedir onlar, ya laîn?”
- Şunlardır:
1- Allah’tan diledim ki, beni adem-oğullarının malına ve evladına ortak ede… Bu, ortaklık talebimi yerine getirdi. Ki bu:
- “Onlara ortak ol… Mallarına ve çocuklarına. Onlara vaad et. Halbuki şeytan onlara en çok gurur vaad eder…” (17/64) Ayet-i Celilesi ile sabittir.
Her besmelesiz kesilen hayvan etinden yerim faiz ve haram karışan yemekten de yerim.
Şeytandan Allah’a sığınılmayan malın da ortağıyım.
Cinsi münasebet anında; Allah’a şey­tandan sığınmayan kimse ile birlikte hanımı ile birleşirim… Ve o birleşmeden hasıl olan çocuk, bize itaat eder. Sözümüzü dinler.
Her kim hayvana binerken, helal yola gitmeyi değil de, aksini isteyerek binerse, ben de onunla beraber binerim. Yol arka­daşı ve binek arkadaşı olurum.
Bu da Ayet-i Kerime ile sabittir. Allah-ü Teala bana şu emri verdi:
- “Onlar üzerine süvarilerinle, piyadelerinle yaygara çıkart…” (17/64)
2- Allah-ü Teala’dan diledim ki: Bana bir ev vere… Bu dilediğim üzerine hamam­ları bana ev olarak verdi.
3- Diledim ki; bana bir mescid vere. Pa­zar yerlerine bana birer mescid yaptı.
4- Benim için bir okuma kitabı vermesini istedim. Şiirleri bana okuma kitabı yap­tı.
5- İstedim ki; benim için bir ezan vere. Mezmurları verdi.
6- Diledim ki; bana bir yatak arkadaşı vere… Sarhoşları verdi,
7- Diledim ki; bana yardımcılar vere… Bunun için de kaderiye mensuplarını verdi.
8- İstedim ki; bana kardeşler vere. Mal­larını boş yere israf edenleri verdi. Bir de masiyet yoluna para harcayanları. Bunlar da şu Ayet-i Kerime ile sabittir:
- “O kimseler ki; mallarını boş yere har­carlar… Onlar şeytanın kardeşleri olmuşlar­dır…” (17/27)
Bir ara Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:
- “Eğer söylediklerini, Allah’ın kitabın­daki ayetlerle isbat etmeseydin. Seni tasdik etmezdim.”
Bundan sonra İblis devam etti:
9- Ya Muhammed, Allah’tan diledim ki, ademoğullarını ben göreyim; ama onlar be­ni göremeyeler. Bu dileğimi de yerine ge­tirdi.
10- Diledim ki; ademoğullarının kan mecralarını bana yol yapa… Bu da oldu. Böylece ben, onlar arasında akıp gide­rim… gezerim… hem nasıl istersem…
Bütün bu isteklerimi verdi.
- Hepsi sana verildi.
Buyurdu… Ve ben bu hallerimle iftihar ederim. Sonra… Şunu da ekleyelim ki; benimle beraber olanlar, seninle beraber olanlardan daha çoktur. İşte… böylece kıyamete kadar, ademoğullarının ekserisi benimle beraber olurlar.
Bundan sona İblis şöyle anlattı:
- Benim bir oğlum vardır… Adı: ATEME’dir. Bir kul, yatsı namazını kılmadan uyursa… gider; onun kulağına bevl eder… Eğer böyle olmasaydı; imkan yok, in­sanlar, namazlarını eda etmeden uyuyamazlardı.
Benim bir oğlum daha vardır ki; onun adı da; MÜTEKAZİ’dir… Bunun vazifesi de; yapılan gizli amelleri yaymaya çalışmaktır.
Mesela: Bir kul, gizli bir taat işlerse… ve bu yaptığını da gizlemeye çalışırsa… MÜTEKAZÎ onu dürter… En sonunda o gizli amelin yayılmasına ve açığa çıkarmaya mu­vaffak olur. Böylece: Allah-ü Teala o amel sahibinin yüz sevabının doksan dokuzunu imha eder… biri kalır. Çünkü, bir kulun yaptığı gizli bir amel için tam yüz sevap verilir.
Sonra… benim bir oğlum daha vardır ki; onun adı da KÜHAYL’dir. Bunun işi de insanların gözlerini sürmelemektir. Bilhassa, ulema meclisinde ve ha­tip hutbe okurken.’ Bu sürme onların gözüne çekildi mi uyuklamaya başlarlar. Ulemanın sözlerini işitemezler. Böylece hiç sevap alamazlar.
Bundan sonra İblis şöyle anlattı:
- Hangi kadın olursa olsun… Onun kalktığı yere şeytan oturur. Sonra… her kadının kucağında mutlaka bir şeytan durur… Ve onu, bakanlara güzel gösterir. Sonra o kadına bazı emirler verir. Mesela:
- Elini kolunu dışarı çıkar; göster. Der… O da, bu emri tutar… Elini, kolu­nu açar, gösterir. Bundan sonra, o kadının haya perdesini tırnakları ile yırtar.
iblis, bundan sonra Resûlullah (s.a.v.) Efendimize kendi durumunu anlatmaya başladı:
- Ya Muhammed, bir kimseyi delalete sürüklemek için elimde bir imkan yoktur.
Ben, ancak vesvese veririm ve bir şeyi güzel gösteririm… o kadar.
Eğer delalete sürüklemek elimde olsay­dı; yeryüzünde:
- Allah’tan başka ilah yoktur ve Mu­hammed Allah’ın resulüdür.
Diyen herkesi, oruç tutanı ve namaz kı­lanı hiç bırakmazdım. Hepsini dalalete düşürürdüm. Nasıl ki, senin elinde de, hidayet nevin­den bir şey yoktur. Sen ancak Allah’ın resûlüsün. Ve tebliğe memursun. Şayet hidayet elinde olsaydı; yeryüzün­de tek kafir bırakmazdın.
Sen, Allah’ın halkı üzerinde bir huccet­sin… ben de, kendisi için ezelde şekavey yazılan kimselere bir sebebim.
Said olan kimse, taa, ana karnında iken saiddir. Şaki olan da, yine ana karnında iken şakidir.
Saadet ehli kılan Allah… Şekavet ehli kılan da Allah.
Bundan sonra… Resülullah (s.a.v.) Efendimiz şu iki Ayet-i Kerimeyi okudu:
- “Bunlar, taa, sonuna kadar böyle de­ğişik şekilde devam edecek… Ancak Rabbın esirgedikleri hariç…” (11/119)
- “Allah’ın emri behemehal yerini bulan bir kaderdir…” (33/38)
Bundan sonra, Resülullah (s.a.v.) Efen­dimiz, İblis’e şöyle buyurdu:
- “Ya Ebamürre, acaba senin bir tevbe etmen ve Allah’a dönmen mümkün değil mi? Cennete girmene kefil olurum… Söz veririm…”
Bunun üzerine İblis şöyle dedi:
- Ya Resûlullah, iş verilen hükme göre oldu… Kararı yazan kalem de kurudu… Kıyamete kadar olacak işler olacaktır.
Seni peygamberlerin efendisi kılan, cennet ehlinin hatibi eyleyen ve seni halkı içinden seçen ve halkı arasında bir gözde yapan, beni de şakilerin efendisi kılan ve cehennem ehlinin hatibi eyleyen Allah’tır. Ve o: Bütün noksan sıfatlardan münezzeh­tir.
Ve İblis, cümlelerini şöyle tamamladı:
- İşte… bu söylediklerim, sana son sözümdür… Ve bütün söylediklerimi de doğru söyledim.
Evvel, ahir, zahir, batın, alemlerin Rabbı olan Allah’a hamd olsun.
Efendimiz Muhammed Nebiye Allah salat eylesin. Keza onun aline de… ashabına da… Amin !!! …

Saliha Hanımın Faziletleri…

Saliha Hanımın Faziletleri…

1) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Müslümanın, saliha hanımına baktığında sürur (sevinç) duyması, ona bir şey emrettiğinde itaat etmesi, kendisinin yokluğunda iffetini muhafaza etmesi, kişinin faydalandığı şeylerin en hayırlılarındandır.”
İbni Mace 1857, Nesei 6/68, Ebu Davud 1664, Hâkim 1/567, Beyhaki 4/83
2) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e:
Kadınların en faziletlisi hangisidir? diye soruldu.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Kendisine bakıldığında sevinç duyulan, bir emir verildiğinde itaat eden, kendin hakkında ve malın hakkında çirkin bulduğun şey ile sana muhalefet etmeyendir’ buyurdu.”
Nesei 6/68, Hâkim 2/175, Beyhaki 7/82, Ahmed 2/251, 432
3) Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Şu üç şey Âdemoğlunun saadetindendir; saliha bir hanım, geniş ev ve rahat binek’ buyurdu.”
Ahmed 1/168, Taberani 1/19, 163, İbni Ebi Şeybe
4) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Şu üç şey Âdemoğlunun saadetindendir; saliha bir eş, iyi bir mesken ve salih binek. Şu üç şey de şekavetindendir; kötü eş, kötü ev ve kötü binek.”
İbni Hibban 9/340, Hâkim 2/157, Bezzar 4/20, 26, Hatib Tarih 12/99, Albânî Sahiha 282
5) Ali bin Ebu Talib (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Hayırlar şu üç şeydedir; Allah’a iman, dinde anlayış (fıkıh) ve saliha eş. Kötülükler de şu üç şeydedir; Allah’a inançsızlık, dinde anlayışsızlık ve kötü kadın.”
6) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Allah azze ve celle, kimi zikreden bir dil, şükreden bir kalp, belalara sabreden bir beden ve saliha bir hanım ile rızıklandırmış ise, onun üzerindeki nimetlerini tamama erdirmiş demektir.”
Diğer bir rivayette Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Allah-u Teâlâ kimi zikreden bir dil, şükreden bir kalp, sabreden bir beden ve saliha bir eş ile rızıklandırmış ise, Allah ona dünyada bir iyilik ve Ahiret’te bir iyilik vermiştir.”
Tirmizi 3094, İbni Mace 1856
7) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Şüphesiz dünya ancak geçici bir yararlanma yeridir. Ve dünyada yararlanılan şeylerin hayırlısı saliha bir eştir.”
Müslim 2/1090, İbni Mace 1855, Nesei 6/69
8) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Dikkat edin! Size kadınlarınızdan cennetlik olanlarını haber vereyim mi?”
Sahabeler:
−Evet ya Rasulullah!” dediler.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöye dedi:
−“Sevecen ve doğurgan kadındır ki, hata ettiği zaman elini, senin elinin üzerine koyar ve der ki; Ya affet yada neyi uygun görüyorsan öyle yap!”
Taberani Mucemu’l-Evsad 2/206, Taberani Mucemu’s-Sağir 1/89, Mecmau’z-Zevaid 4/312, Tergib ve Terhib 3/37

.

Bir Erkeğin Eşinden Beklentileri…

Bir Erkeğin Eşinden  Beklentileri
1) Kendisiyle nikâhlanmanız, İslami açıdan meşru olan erkeklerle zaruret olmaksızın meşgul olmamanız ve laubali davranmamanızı ister.
2) Kendisine karşı giyiminize dikkat ederek dağınık bir durumda olmamanızı, düzenli ve cazibeli olmanızı ister.
3) Kendi hayatınızdaki yerinin önemini zaman zaman ifade etmenizi, bunu hareketlerinizle de hissettirmenizi ister.
4) Onda görmek istediğiniz ve görmek istemediğiniz hasletlerin eksikliğini hissettirerek ve aşağılayarak değil de saygılı bir şekilde ifade etmenizi ister.
5) Onu ruhen destekleyerek ve kendisine itimat ettiğinizi, güvendiğinizi hissettirecek tarzda, riyaya kaçmadan takdir edici sözler söylemenizi ister.
6) Kendilerinin eksik ve hatalı olan yön ve davranışlarını akrabalarınızda dâhil olmak üzere başkalarının yanında dile getirerek küçük düşürücü söz ve tavırlarda bulunmamanızı ister.
7) Yabancı erkeklerin güzel hasletlerini eşini kıskandıracak şekilde yalnızken de olsa dile getirmemenizi ister.
 8) Eşiniz eve geldiğinde, onu mümkün olduğu kadar kapıda ve güler güzle, aynı zamanda temiz ve düzenli karşılamanızı, hal ve hatırını sorarak ilgilendiğinizi hissettirmenizi ister.
9) Arada sırada ufak da olsa hediye alarak gönlünü hoş etmenizi ister.
10) Kendi annenize babanıza ve akrabalarınıza gösterdiğiniz saygıyı, onun annesine babasına ve akrabalarına da göstermenizi ister.
11) Ev işleriniz ne kadar yoğun olursa olsun, kendisine zaman ayırmanızı ister.
12) Zaruret olmadığı hallerde, eşiniz evde iken onu bırakarak komşuya veya herhangi bir yere gezmeye gitmemenizi ister.
13) Mühim olmayan kusurlarını görmemezlikten gelerek affetmenizi ister.
14) Eşinizin hatalarını anarken, kendinizin de kusursuz olmadığını düşünmenizi, objektif olmanızı ister.
15) Ondan gizli işler yapmamanızı, yaptığınız işlerde ve herhangi bir yere gideceğiniz zaman kendisiyle mutlaka istişare etmenizi ister.
16) Kendisine asla çirkin, beceriksiz, pısırık vb. hareketlerle birlikte, kendisine onu sevmediğinizi söylememenizi ister.
17) Başkalarının yanında olduğu gibi çocuklarınızın yanında da küçük düşürecek şekilde kendisini azarlamamanızı ister.
18) Onu çevrenize şikâyet etmemenizi, aile sırlarınızın mahremiyetini hiçbir şekilde ihmal etmemenizi, kimseye açmamanızı ister.
19) Şayet ara sıra huysuzlukları olursa, anlayış ve sabır göstererek, düzelmesine yardımcı olmanızı ister.
20) Size ve yavrularınıza bir istikbal ve helal yoldan rızık kazanabilmek için, vermiş olduğu uğraşın zorluğunu anlamanızı, bu durumu takdir ve anlayışla karşılamanızı ister.
21) Hayat müşterektir diyerek, akşama kadar çalışmış ve eve yorgun argın gelmiş olan eşinize evde de zaruri hallerin dışında angarya işler bulaşık, çamaşır, yemek ve buna benzer şeyleri yapmaya zorlamamanızı ister.
22) Yersiz kıskançlıklarla huzurunuzu bozmamanızı ister.
23) Özel mahrem hayatınızdaki taleplerinizde, onun ruh halini, yorgunluğunu, rahatsızlığını veya arzulu durumlarını da göz önünde bulundurarak, onu günahlardan koruyacak hassasiyeti ve fedakârlığı kendisinden esirgememenizi ister.
24) Ailenin ve İslam temeli olan aile yapısını her türlü fitne unsurlarından şüphelere ve dedikodulara neden olacak hal ve davranışlardan korumanızı ister.
25) Aile bahçesinin çiçekleri olan çocukların, ruhi ve kültürel alandaki yetişme ve olgunlaşma hususunda, üzerine düşen eğitmenlik görevini ciddi ve fedakâr bir şekilde yerine getirmenizi ister.
26) Müslüman fert, aile ve toplumun temel görevlerinden olan İslam’ın anlaşılması, yaşanılması ve topluma hakim kılınması hususundaki görevlerini yerine getirmeye çalışırken, zaman zaman sizi ve evi ihmal etmesi halinde ona anlayış göstermenizi, hatta eğer mümkünse bu çalışmada kendisine bizzat destek olmanızı ister.
27) Eşiniz sizden, onu bu imtihan dünyasında kendinizle, dini mücadelesi arasında bir tercih yapmakla karşı karşıya bırakmamanızı ister.
28) O sizi günah olan ve hayatının diğer zorluklarından sizi korumak zorunda olduğunun bilinciyle hareket ederek, sizin de kendisi için bir elbise olduğunuzu düşünür ve kendisine bu hususlarda yardımcı olmanızı ister.
29) Eşiniz sizinle macera yaşamak veya evcilik oynamak değil, ahirete uzanacak bir hayat için evlenmiştir.
30) Eşiniz, “Eşim bana cariye olmalı ki ben de ona köle olayım, o bana yer olmalı ki bende ona gök olayım” diyor.
31) Eşiniz, iş stresi gereği eve asık suratla dönmüş olabilirim, ama ben eşimde somurtkan bir çehre istemem diyor.
32) Eşiniz, dünyada yaşıyoruz, sosyal hayat çok bozuk, problemler elbette olacaktır, yeter ki büyütülmesin diyor.
33) Eşiniz, saygı sevgiyi besler ve genişletir. Saygıdan mahrum bir sevginin ölü olduğunun unutulmamasını ister.
34) Eşiniz, “Eşimin asla yapmaması gereken şey benimle sinir harbi başlatıp galip çıkmaya çalışmasıdır” diyor.
35) Eşiniz, “Benim anlattıklarımı dinler gibi görünüp, kafasında kendi söyleyeceği cümleleri kuran bir eş, fevkalade sinir bozucudur” diyor.
36) Eşiniz, “Az, öz ve yerinde konuşabilen kadın, Allah’ın en büyük nimetlerinden birisidir” diyor.
37) Eşiniz, “Bir kocayı en çok sinirlendiren ve huzursuz eden şey, eşinin avukat gibi dakikalarca kafa şişirmesidir” diyor.
38) Kaldı ki psikologlar, aile reisinin iş dönüşü tenha ve kimselerin etkilenmeyeceği bir yerde açık alana doğru üç beş defa bağırmasını deşarj olup, beyin ve ruh dengesini koruması açısından gerekli görüyorlar.
39) İnatçılıkta ısrar eden ve bunu alışkanlık haline getiren, dediğinin olmasından başka bütün yolları kapayan bir kadına tahammül göstermek zordur.
40) Kendi durumun daha iyi olanları sık sık gündeme getirip içinde bulunduğu nimetlere şükürsüzlük eden kadın, kocasını çileden çıkartandır.
41) Şu söz hiç unutulmamalı; “Güzele kırk günde doyulur, güzel huyluya kırk yılda doyulmaz.”
Not: Bu saydığımız şeylerin hepsinin temel unsuru Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şu sahih hadislerinden alınmıştır.
(1) Sevban (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“…Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onlara acı bir azabı müjdele.” Tevbe 34. ayeti indiği zaman bazı seferlerinde Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile beraber idik.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ashabından bazısı:
−Bu ayet altın ve gümüş biriktirme hakkında indi, biriktirmek için hangi malın daha hayırlı olduğunu keşke bilsek dediler.
Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Onun en hayırlısı; Zikreden dil, şükreden kalp ve kişiye imanı üzere yardım eden mü’min zevcedir’ buyurdu.”
Tirmizi 3291, İbni Mace 1856
(2) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e hangi kadın daha hayırlıdır diye sorulduğunda:
−‘Eşi kendisine baktığında ona neşe ve surur verir, kendisine bir şey emrettiğinde eşine itaat eder, kendi nefsinde ve malında eşinin kerih gördüğü hususlarda ona muhalefet etmez’ buyurdu.”
Ahmed 7425, Nesei 3231, Beyhaki 7/82, Hakim 2/161, Albani İrva 1786
(3) Abdurrahman bin Avf (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Şu üç şey Âdemoğlunun saadetindendir; Saliha bir hanım, geniş bir ev, rahat bir binek’ buyurdu.”
Ahmed 1/168, Taberani 1/19, 163, İbni Ebi Şeybe
(4) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Kadınların en hayırlıları, deveye binen Arap kadınlarıdır. Kureyş kadınlarının en hayırlıları ise küçük çocuğu üzerine şefkat gösteren ve kocasına karşı da onun malını koruyup gözeten kadınlardır’ buyurdu.”
Buhari 5173, Müslim 2527/201, Humeydi 1047, İbni Hibban 6268, Begavi 3965, Ahmed 2/269
(5) Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Dikkat ediniz hepiniz idarecidir ve hepiniz elinin altındakilerden sorumludur. İnsanlar üzere seçilmiş olan en büyük imam bir idarecidir ve idaresi altında bulunanlardan sorumludur. Erkek kendi ev halkı üzerine idarecidir o da ev halkından sorumludur. Kadın da kocasının ev halkı ve çocukları üzerinde bir idarecidir ve o da onlardan sorumludur. İnsanın hizmetçisi de efendisinin malı üzerinde bir idarecidir ve o da malların korunmasından mesuldür. Dikkat edin hepiniz idarecisiniz, hepiniz idare ettiğinizden mesulsünüz’ buyurdu.”
Buhari 6987, Müslim 1829/20, Ebu Avane 7031, 7032, Ebu Davud 2928, Tirmizi 1705, İbni Hibban 4489, Ebu Yağla 5831, Beyhaki 6/287, Begavi 2469, Ahmed 2/111

26 Eylül 2013 Perşembe

Bir Söz..

“ Ve; Dünyadaki en büyük gurbet,
İnsanın Rabbine uzak kalmasıdır ! ”

✿⊱╮

Bir Söz..


hasret iki namaz
arasındaki geçen süredir...

Osman Nuri Ünsal

Bir Söz..

İyice düşünmek lazım bu cümleyi..Derinlere inerek

''Baharı icad edemeyen,bir elmayı icad edemez.''
// Bediüzzaman Said Nursi

Bir Kadının Eşinden Beklentileri…

Bir Kadının Eşinden  Beklentileri.. Aşırı isteklerde bulunanlar olsa da huzur ve aile mutluluğunu esas alan kadınlar çoğunlukla eşlerinden öyle abartılı şeyler beklemez
Peki kadınlar, erkeklerden aile hayatında neler bekliyor? Erkekler acaba bu beklentileri karşılayabiliyorlar mı?
Kadın kocasından evi silip süpürmesini beklemez; ama “hiçbir şey yapmıyormuş” muamelesi görmeyi de hazmedemez Hiç olmazsa samimi bir şekilde “Hayatım bütün gün koşturup yoruluyorsun, Allah razı olsun” cümlelerini duymak, “sevgi” ve “şefkat” bekler
Kadınlar, eşlerinin kapıdan girer girmez, “Yorgunluktan ölüyorum” sözleriyle selamsız sabahsız direkt TV’nin karşısına geçmelerini istemez
Yapılan yemek ya da işlerle ilgili “takdir”lerini belirtmesini, bir eksiklik varsa “iğnelemeden” ve usulünce söylemesini bekler
Bir kadın eşinden, “Sustur şu çocuğu be kadın! Zaten akşama kadar kafam şişiyor Bir de senin çocuğunun zırıltılarını mı dinleyeceğim? Görmüyor musun haberleri dinliyorum!” demesini beklemez(Çocuk sanki sadece kadınındır!)
Hanımlar eşlerinden evi toparlamasını beklemez Ama en azından “Nerde benim çoraplarım! Şu kenarda duran çoraplarımın sana ne zararı var?” demek yerine çoraplarını belirli bir yere koyması öğrenmesini, kirliyse kirli sepetine bırakmasını bekler
Kadınlar işten gelen eşlerinin, “Aaa! Bu çocuk ağlıyor, yemek de hazır değil zaten arkadaşlar da beni bekliyor Haydi eyvallah!” deyip çekip gitmesini değil, “Ben çocukla ilgileneyim sen bir şeyler hazırla yiyelim İstersen yemekten sonra uzanıver Ben çocuğa bakarım” gibi tepkiler, “hoşgörü”, “yumuşaklık”, “merhamet”, “destek”, “güven”, “himaye” bekler
Kadınlar, eşlerinden tercihlerini, akrabalarını hor görmemesini bekler
Güllerin Efendisi, “hayırlı erkeğin, annenin çocuğuna lütuf ve merhameti gibi hanımını şefkatle karşılayan, acıyan, lütfeden, tatlılık ve yumuşaklıkla muamele eden erkek olduğunu bu davranışlarının yüz şehitlik makamıyla eşitlendiğini” söylüyor
Acaba sevgi, ilgi, şefkat, merhamet, hoşgörü vb kadının erkekten beklediği şeyler başka gezegenlerden ithal mi ediliyor?
Kilo ile mi satılıyor?
Milyon dolarla mı alınıyor?
Ne dersiniz bu akşam evinize en yakın bakkaldan 100 gram tebessüm, ilgi, sevgi, hoşgörü almaya?
İnanın ki, bakkal amca sizden tek kuruş istemez…:)))

Sahi Ya Ne Oldu Bize …

Sahi Ya Ne Oldu Bize …

SAHİ YA NE OLDU BİZE…
Bir kız gördüm sokakta başı kapalı nargile içiyor..
Sigarası elinde kendinden geçiyor..
Bacak bacak üstüne atmış, arsızca gülüyor…
İNANÇ HAZRETİ FATIMA OLMAKTI NE OLDU BİZE…

Çık sokağa başı örtmek şıklık ve gösteriş olmuş..
Parkta sevgilisi ile hayayı iffeti şeytana sunmuş,
Bahane hazır hemen nefsine uymuş.
İNANÇ HAZRETİ HATİCE OLMAKTI, NE OLDU BİZE…
Kocaman topuz başında arsız hareketler cabası..
Yanındaki sevgilisi ama, sanki kırk yıllık kocası,
Siyonistler veriyor sana dünya kupası.
İNANÇ HAZRETİ AİŞE OLMAKTI, NE OLDU BİZE…
Rektör başını aç demiş hemen açıyor,
Farzdan taviz verip hemen kaçıyor,
Dünya için ağlıyor sitem saçıyor..
İNANÇ HAZRETİ SÜMEYYE OLMAKTI, NE OLDU BİZE…
Erkeği küpe takmış, modaymış yırtık pantolon..
Ona göre hayat eğlence gez toz herşey monoton.
Camide gençleri göremez olduk,yaşlıya mı sadece son..
İNANÇ HAZRETİ EBU BEKİR OLMAKTI, NE OLDU BİZE…
Adalet görülmez oldu caddede sokakta,
Erkek zina yapınca olur hovarda.
Aynı şeyi kadın yapsa, zinacı haspa
İNANÇ HAZRETİ OSMAN OLMAKTI, NE OLDU BİZE…
İlim öğrenmek farzdı kadın erkeğe,
Öğrenmedi dinini, nefsi bahane,
Kitaplar tozlanmış kütüphanede
İNANÇ HAZRETİ ALİ OLMAKTI, NE OLDU BİZE…
Sokaklar hayadan habersiz yürüyor adım adım,
Adalet gelecek bir gün, budur muradım,
Çocuğa zina edeni etmeli hadım.
İNANÇ HAZRETİ ÖMER OLMAKTI, NE OLDU BİZE…
Hani mücahitler, sözde esip gürlüyor.
İcraata gelince kedi oluyor.
İslamı haykırmaktan geri duruyor.
İNANÇ HAZRETİ HALİD BİN VELİD OLMAKTI NE OLDU BİZE…
Doksan yaşına gelmişti Eyup El ensari.
Bir hadisi şerif uğruna, islam askeri,
İstanbul’a geldi o piri fani..
İNANÇ EYÜP EL ENSARİ OLMAKTI NE OLDU BİZE..
İki kılıçla savaşırdı hazreti hamza.
Önüne geleni devirirdi Allah aşkına..
DERDİ: Gözümün gördüğü hiçbirşeyden korkmam.
Benimle dövüşecek olan çıksın karşıma..
İNANÇ HAZRETİ HAMZA OLMAKTI NE OLDU BİZE…
Annesi gözünün önünde şehit edilen Ammar…
Dininden dönmedi Dedi ALLAH var.
Annesini şehit ettiler İŞKENCE Künhar.
İNANÇ HAZRETİ AMMAR OLMAKTI NE OLDU BİZE…
Ümeyye dedilen zalim işkence yaptı ona ..
İslamdan taviz vermedi canı uğruna…
İslamın müezzini oldu sabrın sonunda
İNANÇ HAZRETİ BİLAL OLMAKTI NE OLDU BİZE….
//ALINTIDIR

Başörtüsünün Hükmü Nedir?

Başörtüsünün Hükmü Nedir?

Başörtüsünün hükmü hususunda Kur’an-ı Kerim’de iki ayet bulunmaktadır. Bu ayetlerde Allah (c.c)  şöyle buyurmuştur;
“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar.”(1) “Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, namuslarını da korusunlar, zinetlerini açmasınlar, bunlardan görünen kısmı müstesnadır. Başörtülerini de yakalarının üzerini kapatacak şekilde iyice örtsünler.”(2)
Ayetlerde, açık bir şekilde örtünülmesi gerektiği vurgulanmıştır. Ancak, mü’min kadınların nasıl örtünmeleri gerektikleri, nerelerini açabilecekleri açıkça belirtilmiyor.
Fakat, şu mealdeki hadis-i Şerif, açık bir şekilde ayetleri tefsir etmektedir: (Peygamberimiz (s.a.v) Baldızı Esma’ya hitaben diyor ki:);
“ Ey Esma! Bir kadın adet görmeye başlayınca el ve yüzünden başka yerini yabancılara göstermesi caiz değildir.”(3)

Demek ki Büluğ çağına ermiş bir müslüman hanımın, başını kapatması hem Allah (c.c)’ın hem de Allah Resulu hz. Muhammed (s.a.v)’in kesin emridir. Yani yüz çehresi açık kalacak şekilde başın geri kalanının, boyun ve göğüslerin örtülmesi Farz-ı Ayn’dır. Bunun aksini gerçekleştirmek, farzın terkedilmesi anlamına gelmektedir.

Bir farzın terk edilmesi, insanın günahkar olmasına sebebiyet vereceğinden Tevbe gerektirmektedir.
Yani, dinimizde örtünmek, hem ayetlerde hem de hadis-i şeriflerde yer almaktadır. Ayet ve Hadis-i Şeriflerde yer alan bir konunun,  dinimizde var mı? yok mu gibi tartışmalara açılması söz konusu bile değildir.

Kaynakça:
1) Ahzah Suresi, 59,
2) Nur Suresi, 31,
3) Ebu Davut, Libas 33,

Kabir Azabı Var mı?…


Geçtiğimiz günlerde,bir televizyon kanalında,Prof.Dr.Mehmet Okuyan Hocanın kabir azabıyla ilgili açıklamaları,yazımızla paralellik arzetmesi üzerine,geçtiğimiz yıl temmuz ayında yayımladığımız yazımızı güncelleyerek tekrar sunuyoruz.
İnsanlar, Kur’an gerçeğinden uzaklaştıkça kendilerine göre yeni kavramlar üretirler, yeni durumlar ortaya çıkarırlar ve zaman içinde bunu dinden zannederek ona inanırlar. Kabir alemi ile ilgili ortaya atılan iddialar, Kur’an gerçeğinden uzaklaşmanın ortaya koyduğu şaşkınlığın yalnızca bir yönüdür.
Her konu ve durumda, Kur’an gerçeğinden hareket,etmeyi şiar edinen biz müslümanlar, bu konuda da aynı ölçüden hareket ederek konuyu açıklamaya çalışacağız, inşallah.
Kur’an’da her şeyi “en ince şekilde düzenleyen” (12/100) yüce Allah(cc), kabir aleminin olmadığını da apaçık bir şekilde ortaya koymuştur. Ancak her konuda olduğu gibi, bu konuda da, İslami gerçekleri yeterince anlamayan, ya da vahyi gerçekleri kendilerince yorumlayan kimseler, olmadık hikayelerle kabir alemi ve azabı diye bir yalan uydurmuşlardır. Bu kimseler, yazdıkları kitaplarda aslı olmayan iddialar ileri sürmüşlerdir.
Kimi kitaplarda Kabir Alemi
İslam toplumunun, Kur’an gerçeğinden uzaklaşmasından ya da uzaklaştırılmasından sonra toplumu yanlış bilgilerle bilgilendiren bir çok kitap ortaya sürülüştür. Ortaya sürülen bu kitapların hemen tümüne yakını, Kuran gerçeğiyle zıt olan bilgilerle doldurulmuştur. Bu bilgileri dinden zanneden toplum ise günden güne Kur’an’la bağlarını koparmış, Kur’an’a yabancılaşmıştır.
Kur’an gerçeğine zıt olan bilgileri, dinden kabul ederek esas alan insanlar, daha sonra Kur’an gerçeğiyle bu bilgileri test edecek yerde, tam aksine hareket ederek Kur’an gerçeğini bu bilgilerle test etmeye kalkışmışlar, bu bilgilere Kur’an’dan delil getirmeye çalışmışlardır. Hatta öyle ileri gittiler ki; bu asılsız bilgileri onaylamayan, bu bilgilerle çatışan ayetleri tevil ederek yanlış bilgileri Kur’an’a tastik ettirmeye çalışmışlardır. Her alanda yapılan bu tevil ve saptırma faaliyetleri, kabir alemi ya da azabı konusunda da yapılmıştır.
Kur’an dışı bu bilgiler, en muteber kabul edilen kimi kitaplarda da yazılmıştır. Bu kitaplardan biri de Kütüb-i Sitte adlı eserdir. . Kütüb-i Sitte adlı eserdeki şu ifadeler bu kimselerin gerçekleri saptırmada ne derece ileri gittiklerinin apaçık bir göstergesidir. “Kabir azabının varlığı pek çok nassla sabit olan bir gerçektir.” (Kütüb-i Sitte, c. 7 sh. 105). Peki öyle ise, nerede o nass dediğiniz ayetler? Neden iki üç ayetle örneklendirmediniz bu iddianızı? diye sorulsa hiçbir ayeti delil olarak veremezler; verecekleri kimi ayetlerin ise, konuyla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Aynı çevrelerin hadis diye verdikleri sözler ise, uydurma oldukları daha ilk bakışta ortaya çıkmaktadır. Örnek verecek olursak:
“(Ahiret aleminden gördüğüm) manzaraların hiçbiri kabir kadar korkutucu ve ürkütücü değildi!” (Kütüb-i Sitte, c.15, sh.343)
Hadis olarak uydurulan bu sözün, daha ilk bakışta uydurma olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü, Kur’an’ı Kerim’de cehennemin korkunçluğundan, ateşin kuşatıcılığından, küçük düşürücülüğünden, kötülüğünden söz ederken, kabir azabı konusunda bir tek kelime bile geçmez. Yüce Rasul’e büyük bir iftira olan bu söz, -haşa- Allah ve Rasulü’nü karşı karşıya getirmektir; şöyle ki, yüce Allah(cc), cehennemin korkunçluğundan ve ürkütücülüğünden söz ederken, bu söz, yüce Allah’ın cehennem azabı hakkındaki ayetlerini küçümsemekte, kabir azabının çok daha korkutucu ve ürkütücü olduğunu iddia etmektedir. Bu iddia ise küfürdür. Küfür olan bir iddiayı Rasulullah(as)’a isnad etmek ise hem küfür, hem iftira, hem de hakarettir. Bu uydurma sözün daha birçok benzeri vardır. Bu sözleri uyduranların amaçları, Kur’ani gerçekleri göz ardı etmekten başka bir şey değildir. Kur’an’ı Kerim, Kıyamet gününün daha çetin olduğunu, kabirlerden çıkarılan kafirlerin ağzıyla vermektedir.
“Gözleri düşkün düşkün kabirlerden çıkarlar; tıpkı yayılan çekirgeler gibidirler. Boyunlarını çağırana doğru uzatmış koşarlarken kafirler: `Bu çetin bir gündür!’ derler.”(54 KAMER, 7-8)
“Vah bize, bu ceza günüdür!’ dediler” (37 SAFFAT, 20)
Şayet, kabir azabı olsaydı kıyamet günü hesap için toplanan suçlular, “Vah bize, bu ceza günüdür” demezlerdi. Çünkü, şiddetli bir ceza görmüş olanlar, bu cezaya ara verildiğinde sevinerek, “Nihayet cezamız bitti” derlerdi. Oysa onlar ceza gününü gördüklerinde “Vah bize” diyerek pişmanlıklarını ortaya koymaktadırlar.
Şayet kabir azabı olsaydı, o halde yüce Allah(cc), daha büyük olduğu iddia edilen kabir azabına, Kur’an’da daha fazla yer vererek kullarını ondan sakındırırdı. Nasıl ki, merhameti gereği cehennem azabının varlığını haber vererek kullarını ondan sakındırıyorsa, aynı şeyi kabir azabı için de yapardı. Oysa, kabir konusunda Kur’an’da bir tek ayet dahi geçmiyor. Cehennem azabı içinse onlarca ayet vardır.
Yine aynı şekilde kabir hayatı olsaydı yüce Allah(cc), kabirde olan durumları kullarına haber verirdi. Tıpkı cennet ve cehennemde olanları haber verdiği gibi…
Kur’an’ın hakkında bilgi vermediği bir konuyu, İslam`danmış gibi gösterenler, yeni bir din ortaya çıkarmaya çalışmaktadırlar. Bu ise, ancak kendilerini sorumluluk altına sokmaktadır.
Kabir hayatının varlığını iddia eden bir başka kitap ise, İmam Hatip Liseleri X. sınıf müfredatı için yazılan ve genç beyinleri iğfal eden, Ahmet Lütfi Kâzancı adlı bir şahıs tarafından, hazırlanan `Akaid ve Kelam’ isimli eserdir. Yazar, elinde Kur’ani hiçbir delil bulunmadığı halde, insan hayatını üç safhaya ayırmakta; bu safhalardan birinin kabir olduğunu iddia etmektedir. Oysa Kur’an, birçok ayetinde insan için iki safha olduğunu, bunların da dünya ve ahiret olarak ikiye ayrıldığını bildirmektedir. Bunun için Kur’an’a bir göz gezdirmek yetmektedir. Biz, bu konuda bir ayet vermekle yetineceğiz. Bu ayette dünya ve ahiret olmak üzere iki hayat olduğu bildiriliyor:
“Elbette biz, elçilerimize ve inananlara hem dünya hayatında hem şahitlerin duracakları günde yardım ederiz.” (40 MÜ’MİN, 51)
Tüm insanların, hesabının ahiret gününde görüleceğini, kafirlerin ileri sürecekleri mazeretlerinin kendilerine hiçbir fayda sağlayâmayacağını(40/52) bildiren yüce Allah’ın hükmüne rağmen adı geçen kitapta, kabirde de insanların sorgulanacağı iddia edilmektedir. İddialarında daha da ileri giden yazar, İbrahim suresi, 27. ayetinin kabir azabı ile ilgili olduğunu savunur. Oysa ilgili ayet, dünya ve ahiret olarak iki hayattan söz eder:
“Allah inananları, dünya hayatında da, ahirette de sağlam sözle tesbit eder. Allah, zalimleri de saptırır ve Allah dilediğini yapar.” (14 İBRAHİM, 27)
`Akaid’ adı verilen ilgili kitabında yazar, diğer kitaplarda da tevil edilen Mü’min, 46. ayetini tevil ederek kabir azabıyla ilgili olduğunu iddia eder.
Kabir alemi ile ilgili vereceğimiz bir diğer kitap da Prof. Dr. Süleyman Toprak adlı bir şahsın kaleme aldığı ‘Ölümden Sonraki Hayat’ adlı eserdir. Yazar bu eserinde, Rasulullah(as)’a iftira etmekle kalmayıp onunla beraber, yüce Allah’ın ayetlerini tevil ederek O’na da iftira etme cüretini gösterebilmiştir. Bu eserde yazar, kabir ve kabir alemiyle hiçbir ilgisi bulunmayan ayetleri, kelime benzerliğinden hareketle kabir alemi olarak göstermeye çalışmakta, böylece ayetlerin anlamlarını olduğundan başka göstermektedir.
‘Berzah’ kelimesini, ölümle yeniden dirilmeye kadar olan süre olarak veren yazarın verdiği ayetlerin bu konuyla hiçbir ilgisi yoktur. “İki denizi salıverdi, birbirine kavuşuyorlar; aralarında berzah (perde) vardır, bir birine karışmıyorlar.”(55 RAHMAN, 53)
“Nihayet onlardan birine ölüm geldiği zaman: `Rabb’im’ der, beni geri döndürünüz ki, terk ettiğim dünyada salih iş yapayım’ Hayır, bu onun söylediği bir laftır. Önlerinde ta dirilecekleri güne kadar bir perde vardır.”(23 MÜ’MİNUN, 99-100)
Ayetlerde de görüldüğü üzere ‘berzah’, iki şey arasındaki perde, iki şeyin birbirine kavuşmasını engelleyen mania(engel)dir. İki denizin birbirine kavuşmasını engelleyen perde ne ise, dünya hayatı ile ahiret hayatı arasındaki perde de odur. İki deniz arasında nasıl ki üçüncü bir su, ya da bâşka bir şey yoksa, aynı şekilde, dünya hayatı ile ahiret arasında da öylece bir hayat yoktur. Ayetlerde geçen `berzah” kelimesi her iki durum için aynı şeyi ifade etmekte ve perde olarak geçmektedir. Yani iki durum arasında sıkışan perdenin içinde üçüncü bir durum söz konusu değildir.
Yazar tevil ve çarpıtmalarına devam ederek ölüm ve uyku ile ilgili olan Zümer, 42. ayetini kabir hayatına örnek vermeye çalışır. “Allah, ölmekte olan canları alır, ölmeyenleri de uykularında (alır); sonra ölümüne hükmettiğini yanında tutar, ötekilerini de belli bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (39 ZÜMER, 42)
Yüce Allah(cc) ölmekte olan kimselerin ruhlarını aldığını, vadesi gelenlerin ruhlarını alırken, vadesi gelmeyenlerin ruhlarını da belli bir süreye kadar ertelediğini bildirirken yazar, bu ruhların kabirde ölülerden bazılarına ruhlarının iade edileceği’ şeklinde, El-Kasımi’ye dayanarak verir. Ancak yazar, burada ayetin anlamını çarpıtması bir yana iddiasında kendisiyle çelişkiye de düşmektedir. Çünkü madem ki (ona göre) kabir hayatı vardır, o halde tüm ölülerin ruhları iade edilmelidir.
Cennet ve cehennemdeki durumları bildiren ayetleri, dilini eğip bükerek, kabir hayatı olarak veren yazar, çarpıtmalarına kitabın sonuna kadar devam eder. Amacımız adı geçen yazara cevap vermek olmadığı için konuyu burada kapatıyoruz. Çünkü yazar, yüce Allah’tan korkmadan konuları çarpıttıkça çarpıtmış, ayetleri tevil ettikçe etmiştir. Bu kişinin ve benzerlerinin hükmünü yüce Allah’a bırakarak konumuza devam ediyoruz.
Kabir hayatının ve azabının var olduğunu iddia edenlerin Kur’ani hiçbir delilleri yoktur. Bu kişiler, iddialarına delil olarak kabir hayatıyla uzaktan yakından ilgisi bulunmayan ayetleri çarpıtarak tevil ederek verirler.
Kabir hayatının olmadığı, insanların dünya hayatında öldükten sonra ancak ahirette dirilecekleri konusunda Kur’an’da onlarca ayet vardır. Bu ayetlerde, özellikle suçlular kabirde çok az kaldıklarını iddia ederler. Bu da o insanların, kabirde diriltilmediklerini göstermektedir.
İki Hayat Vardır Dünya ve Ahiret Hayatı
Diğer taraftan, acı çeken insanlar için kısa bir zaman bile oldukça uzun gelir. Oysa;”Kıyamet günü suçlular, bir saatten fazla kalmadıklarına yemin ederler. İşte onlar böyle çevriliyorlardı. Kendilerine bilgi ve iman verilenler dediler ki: `Andolsun siz, Allah’ın yazısınca ta yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu dirilme günüdür, fakat siz bilmiyordunuz!” (30 RUM, 55-56)
Ayetlerden de anlaşıldığı üzere suçlular, kabirde bir saatten fazla kalmadıklarına yemin etmektedirler. Bu da onların, kabirde azap görmediklerini göstermektedir. Şayet bunlar kabirde bir ceza görmüş olsalardı, bunu hem dile getirirlerdi, hem de zamanın bu kadar kısa olduğunu yeminle iddia etmezlerdi. Çünkü sıkıntılı zamanlar, insana çok uzun gelir ve sıkıntı bittiğinde insan, bu durumu beyan ederek rahatlar. Bundan da anlaşılıyor ki kabirde olanlar, kıyamet gününe kadar ancak uyuyorlar ve ancak kıyamet gününde uyandırılıyorlar.
“Sura üflendi; işte onlar, kabirlerinden Rab’lerine koşuyorlar. Dediler ki `Vah bize, bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? İşte Rahman’ın va’dettiği şey budur. Demek elçiler doğru söylemişler!” (36 YASİN, 51-52)
Ayetten de anlaşılacağı üzere sura üflendikten sonra insanlar uyandırılıyor ve uyandırılan bu insanlar, karşılaştıkları durumu sorguluyorlar. Bu da gösteriyor ki, o insanlar, öldükten sonra ancak kıyamet gününde diriltiliyorlar.
“Ve saat mutlaka gelecektir, onda şüphe yoktur. Ve Allah kabirlerde olanları diriltecektir:’ (22 HAC, 7)
Evet, kabirlerde ölü olarak yatan insanların, ta kıyamet gününe kadar hiçbir şeyden haberleri olmayacaktır. Kıyamet gününde ise onlar, diriltilerek hesap meydanına çağırılacaklardır. Oysa şayet onlar, kabirde hesap görselerdi, diri olmaları gerekirdi. Diri olanların ise, diriltilmeleri değil çağırılmaları söz konusu olur.
Şimdi bütün bu gerçekler ortada iken, kimi insanlar hangi cesaretle kimi sözler uydurarak ve bu uydurduklarını Rasulullah(as)’a mal ederek yeni bir din ortaya koymaktadırlar? Bunun iki izahı olabilir:
Dini karıştırmak isteyen hain insanlar, kimi sözler uydurabilirler,
Kur’ani gerçekleri yeterince bilmeyen insanlardan bazıları, ahmaklıklarından dolayı kimi sözler uydurabilirler. Bunların amaçları da, sözüm ona insanları kötülükten alıkoyup iyilik yapmaktır. Oysa, yeni hükümler koyup dini karıştırdıklarının farkında değillerdir.
Kabir azabının olduğunu iddia edenler, Mü’min suresi 46. ayetini öne sürmektedirler. Oysa bu ayetin; kabir azabıyla hiçbir ilgisi yoktur. Bu ayet; Fir’avn ve ailesinin kıyamet günü çarpılacakları âzabın sürekliliğini ve şiddetini ortaya koymaktadır. İlgili ayet kendisinden önce ve sonra gelen (siyak ve sibak) ayetlerle beraber bütünlük arz etmektedir. Adı geçen ayeti, cımbızla çıkarıp tek başına almak konuyu anlaşılmaz bir duruma sokmaktadır.
“Allah o(mü’mi)ni (onların) kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Fir’avn ailesini de azabın en kötüsü kuşattı:
Ateş! Sabah akşam ona sunulurlar ve kıyamet koptuğu gün `Fir’avn ailesini azabın en şiddetlisine sokun!’ (denilir). Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara dediler ki: `Biz size uymuştuk; şimdi siz şu ateşin ufak bir parçasını bizden savabilir misiniz?” (40 MÜ’MİN, 45-47)
Şimdi bu ayetlerin, kabir azabıyla ne ilgisi vardır? Elbette hiçbir ilgisi yoktur ve olamaz da… Ayetlerde, Fir’avn ailesini kuşatan en kötü azabın ateş olduğu, bu ateşe Fir’avn ailesinin sürekli (sabah-akşam) sunulacakları, bu azabın kıyamet günü olacağı ve azabın en şiddetli yerine Fir’avn ailesinin sokulacağı bildirilmekte, o şiddetli azap içindeki tartışmalarından bir bölüm aktarılmaktadır.
Fir’avn ve ailesine ateş azabının nerede ve ne zaman yapılacağı ile ilgili şu ayet ışık tutmaktadır:
“(Fir’avn), kıyamet günü kavminin önünde gidiyor. işte onları ateşe getirdi. Varılan yer ne fena bir yerdir!
Bu dünyada da (onların) peşlerine lanet takılmıştır, kıyamet gününde de! Verilen bu vergi ne kötü bir vergidir!”(11 HUD, 98-99)
Görüldüğü gibi Fir’avn’ın, sabah akşam sunulduğu ateş, kıyamet günündeki cehennem ateşidir. Zaten hemen takip eden ayet de bunu tekid ediyor ve Fir’avn ve kavmine “Bu dünyada da peşlerine lanet takılmıştır, kıyamet gününde de!” denilerek, bu azabın ve lanetin kıyamet gününde olduğu apaçık bir şekilde vurgulanmaktadır.
Diğer taraftan “ateşe sunulmanın” ne zaman olduğunu da yine yüce Rabb’imiz bize bildirmektedir.
“Ateşe sunuldukları gün kafirlere: ‘dünya hayatında bütün güzel şeyleri zayi ettiniz; (bu dünyada) bunlarla sefa sürüp bunları tükettiniz. Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve fıska düşmenizden dolayı bugün, alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız.” (46 AHKAF, 20)
Bütün bu açık ifadelere rağmen, ayetlerde kabir diye bir kelime ve mana bulunmadığı halde, bu ayetleri kabir azabı diye anlamlandırmak en azından samimiyetle bağdaşmayan bir harekettir.
Kullarına karşı şefkatli ve merhametli olan yüce Allah(cc), kıyamet, ahiret ve cehennem hakkında bilgi vererek kullarını, o günün ve cehennem azabının sıkıntılarına karşı nasıl uyardı ise elbette ki kabir azabının ve hayatının şiddetine karşı da uyarabilirdi. Oysa bu konuda herhangi bir açıklama göremiyoruz Kur’an’ı Kerim’de. Yine aynı şekilde, varolan şeyler ve kulları ilgilendiren konu ve hususlar için “Kitabında hiçbir şeyi eksik bırakmayan” (6/38) yüce Allah(cc), kabir hayatı ve azabı hususunda hiçbir şey indirmemiştir. Bunun nedeni böyle bir hayatın ve azabın olmayışıdır.
Kabir azabı ile ilgili olarak verilen sözlerin tümü, Rasulullah(as) hakkında uydurulan sözler olup Kur’an’la çelişmektedir. Bu nedenle, asıl olan Kur’an, esas alındığında gerçek net olarak ortaya çıkacaktır.
Yüce Allah’ın, hakkında hiçbir delil indirmediği bir konuyu, O’ndanmış gibi göstermeye kalkışmak insan için büyük bir sorumluluktur.
“Onların ardından, yerlerine geçip kitaba varis olan bir takım insanlar geldi ki, onlar, şu alçak (dünya)ın menfaatini alıyorlar: `Biz nasıl olsa bağışlanacağız!’ diyorlar. Kendilerine ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki Allah hakkında, gerçekten başkasını söylememeleri hususunda kendilerinden Kitap misakı alınmamış mıydı? Ve onun içindekini okuyup öğrenmediler mi? Ahiret yurdu korunanlar için daha hayırlıdır. Düşünmüyor musunuz?” (7 A’RAF, 169)
“Allah’a yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Onlar Rab’lerine sunulacaklar. Şahitler de: `İşte Rab’lerine karşı yalan söyleyenler bunlardır!’ diyecekler. İyi bilin ki Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir.” (11 HUD, 18)
Bu yazdıklarımızdan sonra akla şu sorular gelebilir. Rasulullah (as)’ın kabirle ilgili hiçbir hadisi yok mudur? Sahabe kabir alemi konusunda Rasulullah(as)’a hiç soru sormadı mı? Elbette ki hem sahabe kabir hayatının olup olmadığı hususunda soru sormuş, hem de Rasulullah(as) bu konuda kimi sözler söylemiştir. Ancak gerek Rasulullah(as), gerekse sahabe, Kur’an’ın açıkça bildirdiği sınırların dışında hiçbir şey söylememiştir. Çünkü yüce Allah(cc), hakkında bilgileri olmayan konularda insanların konuşmasını kınamış ve ancak böbürlenenlerin Allah’ın ayetleri hususunda tartıştıklarını bildirmiştir.
“Haydi siz, biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız; ama hiç bilginiz olmayan şey hakkında neden tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (3 AL-İ İMRAN, 66)
“Açık bir delil olmadan Allah’ın ayetleri hakkında tartışanların göğüslerinde, erişemeyecekleri bir büyüklük taslamaktan başka bir şey yoktur. Sen; Allah’a sığın, muhakkak ki O, işitendir, görendir.” (40 MÛ’MİN, 56)
Bunun bilincinde olan Rasulullah(as) ve arkadaşları, her konuda olduğu gibi, kabir hayatı konusunda da ellerinde delil bulunmadan konuşmamışlardır. Ancak Rasulullah(as), insanın öldükten sonra, bir daha geri dönmesinin mümkün olmadığını, kişilerin; hayatta yaptıklarıyla kalacaklarını ve cennet veya cehennemi hak etmiş olarak kabre gireceklerini ifade eden şu hadisi söylemiştir.
“Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya cehennem çukurlarından bir çukurdur.”(TİRMİZİ)
Bu da gösteriyor ki, öldükten sonra geri dönüş mümkün değildir ve kişi kazandıklarıyla cezalandırılacaktır.
Kabir Azabı İlahi Adalete Aykırıdır
Yüce Allah(cc) Kur’an’ı Kerim de, suçluların kıyamet gününde sorgulanacaklarını, peygamberlerin ve şahitlerin getirileceğini (39/69), suçluların ellerinin, ayaklarının(36/65), dillerinin(24/24), kulaklarının, gözlerinin ve derilerinin aleyhlerinde şahitlik yapacaklarını(41/20), suçlulara kitaplarının verileceğini ve kitaplarını okuyacaklarını(17/14), kitaplarında tüm işledikleri suçlarını göreceklerini(18/49) ve kendilerinin kafir olduklarına(7/37), kendi aleyhlerinde olarak şahit olacaklarını(6/130) bildirmektedir. Oysa, kabirde herhangi bir sorgulamanın yapılacağı Kur’an’ı Kerim’de bildirilmemektedir.
Yargılama ve sorguluma yapılmadan, insanlara, işledikleri suçları bildirilmeden herhangi bir cezanın verilmesi, ilahi adalet ilkesiyle çelişir. Halbuki yüce Allah(cc), adildir ve kullarından da adil olmalarını, adaleti ayakta tutmalarını istemektedir.
Sonuç olarak, kabir azabının varlığını iddia etmek, yüce Allah’a adaletsizlik vasfetmek ve yüce Allah’ı yargısız infaz yapmakla suçlamaktır ki bu, iddia sahiplerine çok büyük bir sorumluluk getirecektir.