30 Ekim 2013 Çarşamba

Bir Söz..

"Görüyorum ki: Şu dünya hayatında en bahtiyar odur ki: Dünyayi bir misafirhane-i askerî telakki etsin ve öyle de iz'an etsin ve ona göre hareket etsin.
Ve o telakki ile, en büyük mertebe olan mertebe-i rızayi çabuk elde edebilir.
Kırılacak şişe pahasina, daimî bir elmasin fiatini vermez; istikamet ve lezzetle hayatini geçirir."
(Said Nursi R.A.)

Bir Hadis..

“ Cennet, nefse hoş gelmeyen şeylerle kuşatılmış. 
Cehennem de nefsin arzularıyla kuşatılmıştır. . ”

✿⊱╮
- Buhari, Müslim -

Bir Ayet..

إِنَّ اللَّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
(İnnAllâhe bi kûlli şey’in Alîm)

.Şüphesiz, Allah her şeyi hakkıyla bilendir
Ankebût Sûresi, 62

Bir Söz..

“Mü’minin tebessümü yüzünde, hüznü ise kalbindedir.”

— Hz. Ali (R.a)

Bir Söz..



“ Gözden akan her suya, merhametli yaş denmez.
Secdeye gitmiyorsa, öylesine baş denmez. . ”

25 Ekim 2013 Cuma

Yalnız hakikata cesareti olanlara...

Uykumu Bölen Bir Hakikat:

Arkadaşlar.. İster kabullenin ister unutmaya çalışın, değiştiremeyeceğimiz bir gerçek var ki, bir gün ölüm bizi sevdiklerimizden, dünyadan, seccademizden ya da günahlarımızdan, televizyon başından, hoş sohbet dost meclislerinden bir şekilde hayatın bir yerinden alıp götürecek..

Bu buz gibi hakikatin farkında olup titreyerek ayılmak gerek.. "Nereye gidiyorum ben?" sorusunu sormak gerek.. Beni secdeye götürmeyen imanım cennete götürür mü? Neler gönderdim ahirete? Dünya ahiretin tarlası hükmündeyse, neler ektim, neler biçeceğim?

Evet, bu lezzetler bir gün bitecek ve o buz gibi toprağın altına gireceğiz. Eğer bu hakikati farketmek istiyorsan, ve nefsin benim gibi nasihate muhtaçsa, halini kabristandan sor! O sana en güzel nasihati verecektir..

Evet, bir zamanlar o toprağın altındakiler de birilerine sevdalanmıştı, birşeylerin peşine düşmüşlerdi. Kimi dünya malını elde etmeyle oyalandı, kimi mutluluğu elmaslarda değil kırık şişe camlarında aradı. Tıpkı bize benziyorlar; isimleri, simaları, hayatları, sevdikleri, hayalleri, zanları... Kimileri aldandı, kimileri ölümü sevdiren yegane şeye sarıldı kurtuldu.. Sarılamayan, düşünsenize ebediyen AZAP ÇEKECEK! Ne zor... Rabbim muhafaza eylesin...

Peki ya kurtuluş? Bu dehşetli akıbetten nasıl korunuruz?

"Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan!" diyen Üstad bizler için o işkence ve zulümlere katlandı, bizler ebedi azap görmeyelim diye.. KUR'AN'a bağlı ve onun deryasından süzülen RİSALE-i NUR'a sarılan Allah'ın izniyle kurtulur...

Mevlamdan niyaz ederim ki amin diyen kullarını azabın her türlüsünden Kur'an'ın ve Cevşen'in ve Alemlere Rahmet Peygamberinin (asm) hürmetine halas eyler, korur. Amin

Sürçü lisan eylediysek affola, vesselam

[Osman Yeken]

Üstad'tan..

"Bu zamanda Nurlarla hizmet-i imaniye, her tarafta ilânatla ve muhtaç olanların nazar-ı dikkatlerini celb etmekle olur."

[Bediüzzaman Said Nursi, Lem'alar]

Bir Söz..

"İnsan sık sık düşünmeli;’Ahirette hayatımdan ne seyredersem başım öne eğilmez?’"

Hekimoğlu İsmail

23 Ekim 2013 Çarşamba


Âmenna ve sadakna.


Bir Söz..

“ Duâ etmekten korkmayın, 
Allah her dili bilir. Gönülden geçeni de. . ”

✿⊱╮

Bir Ayet..

“ Müminler ancak Allah'a güvenip dayansınlar. . ”

- Âl-i İmran Sûresi, 160
✿⊱╮

Bir Söz..

Modadan pek anlamam dediğinde;
"Mağaradan mı çıktın?" sorusuna
"Evet benim dinim mağarada geldi
ve ben o dinimin emirleri üzerine
hareket ediyorum" diyen kadınlar
bizdendir.
Ve o kadınların başımızın üzerinde
yeri,
ayaklarının altında cennetleri
vardır...

Osman Nuri Ünsal

Bir Söz..

Zaten gözyaşı dediğin, gözün gördüğünden tövbe etmesi. 

Y a s i n E s v e c

22 Ekim 2013 Salı

Anneye Hizmet

Anneye Hizmet
Kehmes b. Hasen rh.a. anlatıyor:
“Anneme hizmet ediyor ve temizliğini yapıyordum. Bir defasında Süleyman b. Ali bana bir kese para göndererek haber gönderdi ve,
- Al bunu annene hizmet edecek bir hizmetçi tut, dedi. Ben de kabul etmedim ve ona şöyle cevap verdim.
- Ben küçükken annem hizmetimi bizzat kendisi yaptı ve başkasının yapmasına razı olmadı. Şimdi ben büyüğüm ve onun hizmetini başkasının yapmasına asla razı olamam.
İmam Şa‘rânî, Tenbîhü’l-Müğterrîn
(Semerkand Dergisi, Hal Dili, Nisan, 2013)

Tövbeye Devam

Tövbeye Devam
Ebû Muhammed Mervezî (rah) şöyle der:
“Şeytan, işlediği şu beş şeyden dolayı bedbaht olmuştur:
• Günahını itiraf etmedi.
• İşlediği günaha pişman olmadı.
• Kendini kınamadı, ayıplamadı.
• Hemen tevbeye yönelmedi.
• Allah Teâlâ’nın rahmetinden ümidini kesti.
Adem (a.s) ise şu beş özelliğinden dolayı saadet ehlinden olmuştur:
• Hatasını itiraf etti.
• Yaptığı hatadan dolayı pişmanlık duydu.
• Nefsini kınayıp, ayıpladı.
• Vakit kaybetmeden hemen Allah Teâlâ’ya tevbe etti.
• Allah Teâlâ’nın rahmetinden ümidini kesmedi.
Kaynak: İmam Şa‘rânî, Tenbîhü’l-Mügterrîn

gıybet


üstad...


..

Sabahleyin kalkınca ilk işiniz abdest almak olsun !...
Sonra da ''İlahi, ente maksudi ve rızake matlubi '' Allah'ım, sen benim tek gayem ve senin rızana ulaşmak da benim yegane isteğimdir !...'' duasını yapın. Böyle yaparsanız akşama kadar yaptığınız bütün işlere bu duanın bereketi gelir ve hepsi Cenab-ı Hakk 'ın rızasına muvafık olur, inşallah !...Salih insanlarla arkadaşlık edin. Yoksa nefis her an kayıp gitmeye meyillidir. Dünya bir misafirhane, bir devre mülk; bugün var, yarın yok !...Ahiret darağacına ne doldurabilirseniz, günde kaç kişinin gönlüne girip ''Allah razı olsun '' dedirtirseniz, kârınız O !...''

Hace Musa Topbaş (k.s)

21 Ekim 2013 Pazartesi

Bir Söz..

Namaz kılan ve sabredenlere müjde ;
S'iz
E'bedi
C'ennete
D'avet
E'dildiniz...

Bir Ayet..

“Allah’a çağıran, makbul ve güzel işler işleyen ve 
“Ben müslümanlardanım” diyen kimseden daha 
güzel söz söyleyen kim olabilir?”

| Fussilet Sûresi, 33

...

Hanım velilerden Rabia Adeviyye k.s. hazretlerinin hizmetinde bulunan bir kadın anlatıyor:
– Rabia Adeviyye bütün geceyi namaz kılarak, ibadet ederek geçirirdi. Sabah namazı vakti girdiğinde, ortalık biraz açılıp ağarıncaya kadar namaz kıldığı yerde birazcık uyur, dinlenirdi. Sonra yattığı yerden aniden sıçrayarak namaz için kalkar ve şöyle derdi:
– Ey nefsim ne çok uyuyorsun, ne zaman kalkacaksın? Az bir şey uyumam seni batırıyor ondan kalkmak istemiyorsun. Yoksa dirilme günü Sûr’a üfürülünce mi kalkacaksın?
(Abdullah b. Esad Yâfiî, Ravzu’r-Riyâhîn fî Hikâyeti’s-Sâlihîn)

Bir gün kadının biri Rabia Adeviyye’yi k.s. ziyaret ederek dedi ki:
– Ey Rabia, seni Allah için seviyorum.
O da şu cevabı verdi,
– Beni kimin için seviyorsan ona itaat et.

Kaynak: Semerkand Dergisi, Hal Dili, Eylül 2011 (Abdullah b. Esad Yâfiî rh.a., Ravzu’r-Riyâhîn)

yenii

Hz. Ali’ye (r.a), birisi geldi. Adam, öldükten sonra tekrar dirilmeyi, ahiretteki hesabı, cenneti ve cehennemi inkâr ediyordu. Hz. Ali’ye,
“Ya Ali, siz müslümanlar ölüme ve ölüm ötesine inanıyorsunuz; biz ise inanmıyoruz. Siz cehennemden kurtulmak, cennete girmek için bir sürü ibadet ediyor, mal harcıyor, zahmete giriyorsunuz. Bu zahmete değer mi? Hem ölümden sonra tekrar dirilmenin olacağı ne malum?” diye sordu.
Hz. Ali (r.a) adamı sükûnetle dinledi, sonra ona şu cevabı verdi:
“Evet, ölümden sonra dirilmek, hesaba çekilmek, cennete veya cehenneme girmek, ya senin dediğin gibi yoktur; ya da bizim dediğimiz gibi vardır.
Önce senin dediğinin doğru olduğunu düşünelim. Ölümden sonra ahiret hayatı yoksa seninle biz aynı durumdayız. Sana da yok bize de yok. Bu arada bizim yüce Allah için kıldığımız namazların, yaptığımız ibadetlerin, hayır ve iyiliklerin, güzel ahlakın, verdiğimiz zekât ve sadakaların bize bir zararı olmaz. Ama ya ahiret varsa; bizim dediğimiz doğru çıkarsa, senin hâlin nice olur?” diye sordu. Adam, biraz durdu, düşündü ve sonra,
“Vallahi, her iki durumda da siz kazançlısınız, ahiret, cennet ve cehennem varsa vay bizim hâlimize! Yolunu öğret, ben de müslüman olacağım” dedi ve müslüman oldu, kulluk yoluna adım attı, emniyet dairesine girdi.
Kaynak: Gazâlî, İhya, 3/467; Ateşin Yakmadığı Aşık, Semerkand Yay.

20 Ekim 2013 Pazar

Züleyha Yusuf'a bir mektup yazmaya başlayınca;

"Yusuf..." diye başladı.
Durdu.
...
"Yusuf..." diye bitirdi
Gördü ki hitaptan öteye geçemedi
Anladı ki aşkın namesinde sernameden öte kelam yok

Ve Züleyha'nın lugatında Yusuf'tan öte sözcük yok...!

alıntı...

HARİKA BİR YAZI, HERKES OKUMALI..

Hayat Bir Çocuğa Nasıl Anlatılmalı?

Arkadaşımın kızı bir yaşına gelmişti, 'Sen eğitimcisin, neler öğretmem gerekiyor, bazen kendimi çok çaresiz hissediyorum' dedi. Sorusu kolaydı ama yanıtı zordu, akıl vermesi basitti ama uygulaması karmaşıktı, anlatmaya başladım:

Annelik uzun zaman alan ve günün yirmi dört saati devam eden adı 'insan yetiştirmek' olan bir iş. Bir kere bilmelisin ki, zaman alacak. Neye zaman harcarsan onun karşılığını alırsın. İşine zaman harcarsan işinden, eşine zaman harcarsan eşinden, çocuğuna zaman ayırırsan da ondan karşılığını alırsın. Yapabiliyorsan gözyaşlarını tutmamasını öğret, acı çekmeden olgunlaşamayacağını...

Kıskanmamayı öğret ona, arkadaşının başarısından mutlu olmayı, birlikte sevinçleri paylaşmayı, içinden 'neden ben değil de o?' demeden...

Kazanmaktan mutluluk duyup içine sindirmeyi, ama aynı zamanda kaybetmeyi öğrenmesini. Çünkü bir adım sonrasında görünüşte galip olanları gösterecek hayat ona. Her şeyin bir sonu olduğunu öğret. Sahip olduğu bütün değerlerin bir gün keyif vermeyebileceğini, kazanılan ve harcananın bir sonu olduğunu.

Gidilen yerlerin zamanla bıkkınlık verebileceğini, her şeyi tüketebileceğini, tüketemeyeceği tek şeyin bilgi olduğunu öğret.
Kitaplardan keyif almasını.

Ders çalışmak istemiyorsa zorlanmamasını, ama okumayı sevmesini öğret ona. Elbet er ya da geç alacaksın biliyorum, ama mümkün olduğunca geç al ona bilgisayarı. Ona kendisi ile kalacağı sakin zamanlar ver, sıkılmayı öğret ona, sıkılıp da kendini yönlendirmeyi bulmasını.

Doğaya götür onu, hayvanlardan korkmaması gerektiğini öğret. Arıların bizi sokmasından çok, nasıl bal yaptığını anlat. Doğanın kendi içindeki gizemini bulmasına yardımcı ol, yağmurdan sonraki toprak kokusundan keyif almasını sağla.

Soğuk kış gecesinde ateş yakmayı öğret, belki büyüdüğünde bir gece sevgilisine ateş yakar ve belki binlerce yıldızın altında birbirlerine sarılırlar, bunu öğretmemiş diğer sevgililerin aksine...

Şartlar çok zor olsa da yalan söylememesi gerektiğini öğret ona.Kazandığı elli milyonun piyangodan çıkan beş yüz milyardan çok daha keyifli olduğunu öğret.Alın terine saygıyı öğret ona.

Aşk acısı çekmenin hiç aşık olmamaktan daha güzel bir duygu olduğunu öğret.Kendi doğruları üzerinden kimsenin onu yargılamasına izin vermemesi gerektiğini öğret,başkalarını da kendi doğruları üzerinden yargılamamayı...

Bunun başkalarını dinlememek olduğunu değil, söylenenleri kendi eleğinden geçirmesi gerektiğini öğret.
Kendi fikirlerine inanmanın güzelliklerini anlat.Hayatı sorgulamayı öğret ona...

Bilginin en büyük güç olduğunu öğret.Yapabilirse bunu en büyük fiyata satmasını, ama kalbini ve ruhunu kendisine saklaması gerektiğini öğret. Haklı olduğu konuda sonuna kadar diretmesini öğret ve haklıyken dik durmasını.

Günün birinde yaptıkları değil yapmadıkları için pişmanlık duyabileceğini öğret.

Basit yaşaması gerektiğini öğret ona, çay içmekten keyif almayı...
'İstemiyorum', 'hayır' demeyi öğret ona, istediğinde ise 'istiyorum' demeyi.

Sevdiğinde ise 'seni seviyorum' diyebilmeyi öğret ona. Bir kot pantolon ve tişörtle üniversiteyi bitirmeyi öğret ona. Temiz kokmasını...

Sorgusuz sevmeyi...
El yazısı ile notlar yazmayı...
Lafı dolandırmamayı...
Sevdiklerinin hiçbir zaman çantada keklik olmadığını, dostluğa yatırım yapması gerektiğini, kıymetini bilmeyenlerden uzaklaşmasını öğret ona.
Müziği sevmesini, sporla barışık yaşamasını.

İşlerin hiçbir zaman bitmediğini söyle ona, en yoğun zamanda bile kendine vakit ayırması gerektiğini öğret...
Ama en çok da kendini sevmesini öğret...
Kendini sevmezse kimsenin onu sevmeyeceğini...
Kendine çiçek almazsa kimseden çiçek beklememesi gerektiğini... Kendine özenli yemekler yapıp sofralar kurmazsa kimsenin onun için yemek hazırlamayacağını...

Hayatta her şeyden çok kendisinin önemli olduğunu öğret ona...

- Aylin Kotil

11 Ekim 2013 Cuma

.

"Bunuda Anlatsam Gıybet Olur mu?" diyenlere

Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:

"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?"

"Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler. Bunun üzerine:

"Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!" açıklamasını yaptı.

Orada bulunan bir adam:

"Ya benim söylediğim onda varsa, (Bu da mı gıybettir?)" dedi.

Aleyhissalatu vesselam:
"Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftirada) bulundun demektir."

HADİS-İ ŞERİF


İçki konusunda 10 kişiye Lânet edilmistir :

1- içkiyi içene,
2- içenin meclisinde oturana,
3- içkiyi içirene,
4- içkiyi Yapana,
5- içkiyi Yaptirana,
6- içkiyi Tasiyana
7- içkiyi Tasitana,
8- içkiyi Satana,
9- içkiyi Sattirana,
10- Satip,kârini yiyene,

KAYNAK: Ebu'l Leys Semerkandi hazretlerinin "TENBiHÜ'L GAFiLÜN" isimli kitabindan /141

;)

                             

                               "Öyle dertler vardır ki;
                                Tesellisi sadece İmandadır...
                                Rabbim, imanımı arttır. . ."

:::



                               Dizlerimizi kırıp, kaderin karşısına oturduk.
                               Ne diyecek merakla bekliyoruz...

                                                                                                       İbrahim Tenekeci

9 Ekim 2013 Çarşamba

Bir Hadis..

“Kıyâmet gününde Allâhü Teâlâ’nın kullarının en hayırlısı, Allâhü Teâlâ’ya çok hamd edenlerdir.”

(Hadîs-i Şerîf, Müttefekun aleyh)

Bir Ayet..

İsrâ suresi 84. Ayet-i Kerime de ALLÂH azze ve celle şöyle buyuruyor " Kul kullun ya’melu alâ şâkiletih(şâkiletihî)
Meal: De ki: “Herkes kendi şekline (hüviyetine, karakterine) göre amel eder.”

7 Ekim 2013 Pazartesi

Risale'den..

Şu kâinata dikkat edilse görünüyor ki: Içinde iki unsur var ki, her tarafa uzanmış, kök atmış. Hayir şer, güzel çirkin, nef' zarar, kemal noksan, ziya zulmet, hidayet dalalet, nur nâr, iman küfür, taat isyan, havf muhabbet gibi âsârlariyla, meyveleriyle su kâinatta ezdad birbiriyle çarpışiyor. Daima tegayyür ve tebeddülâta mazhar oluyor. Başka bir âlemin mahsulâtinin tezgâhi hükmünde çarklari dönüyor. Elbette o iki unsurun birbirine zid olan dallari ve neticeleri, ebede gidecek; temerküz edip birbirinden ayrilacak. O vakit, Cennet-Cehennem suretinde tezahür
edecektir.
(Sözler 532)

HAYIRLI SABAHLAR..

Bütün kapılar kapansa da
Bütün kapıların sahibi var
Yıkılma! 

Mehmet Deveci

:((

''Meselâ,yürümüş yorulmuşuz
kitaplar okumuşsun
bir soba kenarında iki bardak çay'a vermişiz en güzel muhabbeti,
Kuran dinlemişiz,dualar etmişiz..
Meselâ, nikâh mehrimiz Umre olmuş
kutsal topraklara gitmişiz.
Ensarı, Muhacir'i görür gibi sevinmişiz.
Dualar etmişiz meselâ.

hayaller ne güzel olur içinde imân olunca...!''

..


4 yaşında bi çocuk caminin önünden geçerken bağırmaya başlar:
-Allah'ım evdeysen dışarı çıkar mısın bi kerecik göreyim seni.

6 Ekim 2013 Pazar

Bir Ayet..

Bilemezsin ki, belki de Allah 
bundan sonra daha güzel bir kapı açar .!

| Talâk sûresi/1

Bir Söz..

bak kızım
çay, şiir bunlar boş şeyler.
kandıramazsın beni bunlarla.
benim gibi adamların kalbine
giden yol, mideden değil Kur'an
okumaktan geçer...

Osman Nuri Ünsal

Bir Ayet..

Kasas Suresi 24 . ayette aynen şunu diyor Musa Aleyhisselam:

- "Rabbim. . .
Bana indireceğin her hayra öylesine muhtacım ki! "

Bir Söz..

sonra üç yaşındaki çocuk seccadesi için ağlıyordu..
annesine baktım, gözlerim ayaklarına takıldı.
dedim kendi kendime;

eminim ki; cennet bu ayaklarda
bir yerde...

Osman Nuri Ünsal

ÇOCUKLARIMIZA NE BIRAKMALIYIZ ??


 

Bu hikayeyi 7′den 70′e herkes okumalı ve ibret almalı. Sakın uzun diye okumamazlık edip kaybeden olmayın !
İnanın bize; vaktinizi ayırdığınıza pişman olmayacaksınız…
“Toplantıya gideceğim. Baktım geç kalma ihtimalim var, bindim bir taksiye, muhabbetçi bir arkadaş. O anlatıyor ben dinliyorum. Tam işyerinin önüne geldik. Ankara’da Bakanlıklar. Diyelim ki, taksi parası 9.75 TL tuttu, ben 10 TL uzattım. Hani hepimizin yaşadığı sahne vardır ya! taksici üstünü arıyormuş gibi yapar, siz de para üstünü alabilmek için bir ayak dışarda, inmemek için debelenirsiniz. Tam o sahne olacak. Şoför, para üstü varmı diye aranmaya başladı.
“Üstü kalsın kardeşim” dedim.
Döndü bana doğru
“Vaktin varmı ağabey?” dedi.
“Evet” dedim (tek ayağım hala dışarda)
Dörtlülere bastı,trafik dört şerit akıyor, indi araçtan. Önde bir büfe var. Gitti oraya, bir şeyler konuşup geldi. Bana 25 Krş uzattı. Belli ki para bozdurmuş.
“Birader” dedim, “9.75 değil, 10.50 yazssa istermiydin 50 krş.benden?”
-Ne alacağım ağabey 50 krş.u
-Peki niye gittin 25 krş.için o kadar uğraştın, üstü kalsın demiştim.
Döndü bana, attı kolunu arkaya :
-Vaktin varmı ağabey
-Var
-Çek kapıyı o zaman
Muhabbetçi bir taksici ile karşı karşıyayız.
5 dk.konuştuk. İngiltere’de profösüründen, bilmem kiminden eğitimler aldım. O taksicinin 5 dk.da öğrettiklerini, ingiliz hocalar haftalarca verdikleri derslerde öğretemediler.
Ağabey biz Keçiören’de 5 kardeşiz. Babam rençberdi benim, günlük yevmiyeye giderdi; artık inşaat falan bulursa çalışır gelir, o gün iş bulamamışsa, biz eve gelişinden, yüzünden anlardık. Durumumuz hiç iyi olmadı. Akşam yer sofrasında yemek yerdik. Yemek bitince babam bize “Durun kalkmayın” derdi. Önce dua ederdik sonra babam bize sofrada konuşma yapardı.
“Aha” dedim, “Bizim meslek”, seminerci.
- Ne anlatırdı baban
- Hayattta nasıl başarılı olunur?
O gün inşaata çağırmazlarsa eve para getiremiyor, sonra çocuklara hayatta başarı teknikleri anlatıyor.
-Babam işe gidince büyük ağabeyimiz onu taklit ederdi, delik bir çorapla pantalonun ceplerini çıkarır, dört kardeşi karşısına alıp “Dürüst olun, evinize haram lokma sokmayın” diye anlatırken, biz de gülerdik. Annem kızardı, “Babanızla alay etmeyin. O, hem dürüst hem de çalışkandır” derdi. Yan evde iki kardeş var, onların babası zengin. Babaları birahane işletiyor, ama adamda her numara vardı, kumar falan oynatırdı. Bizim yeni hiç bir şeyimiz olmadı, hep o ikisinin eskilerini kullandık. O amca mahalleden geçerken biz 5 kardeş ayağa kalkardık çünkü bize bahşiş verirdi.Babam eve gelince ayağa kalkmazdık. Çünkü hediye, para falan hak getire. Ağabey biz babamı kaybettik. Altı ay içinde yandaki baba da öldü, yandaki baba iki çocuğa 5 katlı bir apartıman, işleyen birahane, dövizler ve araziler bıraktı. Bizim baba ne bıraktı biliyor musunuz?
-Ne bıraktı?
-Bakkal veresiyesi ve konuşmalarını bıraktı : “Evladım işinizi dürüst yapın, hakkınız olmayan parayı almayın…”falan filan. Ağabey aradan 15 yıl geçti, diğer 2 kardeş cezaevindeler, ne ev kaldı ne birahane. Ailesi dağıldı.
Biz 5 kardeş, beşimizin Keçiören de taksi durağında birer taksisi var hepimizin birer ailesi, çoluk çocuğu, hepimizin birer dairesi var. Geçenlerde büyük ağabeyimiz bizi topladı ve dedi ki :
“Asıl mirası bizim baba bırakmış.”
Hepimiz ağladık. 5 kardeş taksiciliğe başladığımızdan beri,taksimetrenin yazmadığı 10 krş.u evimize sokmadık. Her şeyimiz var Allah’a şükür.
Çok duygulandım, veda ettim, tam ineceğim:
-Dur ağabey,asıl bomba şimdi.
-Nedir bomban?
-Nerede oturuyoruz biliyormusun? O iki kardeşin oturduğu 5 katlı apartmanı biz aldık. 5 kardeş orada oturuyoruz.
Evladınıza ne araba bırakırsınız, ne ev, ne de başka bir miras. Evlada sadece değer kavramları bırakırsınız. Bakın iki baba da evlatlarına değer kavramları bırakmışlar.

2 Ekim 2013 Çarşamba

Bir Söz..

Allah'ım..!
Bir bekleyiş içinde olanlara,
beklediklerini nasip et..! 

Hz. Yakup (a.s)

Bir Söz..

"Elinde alamet, izinde Selamet, 
Tek isim Muhammed..! 
Ne bir harf, ne kelam; Esselam... esselam." 

Necip Fazil Kisakürek

Bir Ayet

Esirgeyen ve Bağışlayan Allah'ın Adıyla

“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.” 

|Kur'an-ı Kerim, Kâf Sûresi, 16.Ayet Meali

Bir Ayet..

Bismillahirrahmanirrahim

İşte o kitap, bunda şüphe yok, müttakiler (kötülükten korunacaklar) için hidayettir. 

|Kuran-ı Kerim Bakara suresi 2.Ayet Meali

Bir Söz..

❝ Öfke rüzgâr gibidir.
Bir süre sonra diner ama birçok dal kırılmıştır bile. . ❞

✿⊱╮M e v l â n a

Bir Söz..

❝ Duâ ; 
Üç harf kadar küçük.
İçine her şeyi sığdırabilecek kadar büyük. . ❞

✿⊱╮

Şeytanın Uydurduğu Peygamber…


Yaşadığımız ortamlarda sayıları gittikçe artan ve kendileri deist olarak niteleyenlerle ilgili tecrübelerimden küçük bir kısmını ve bu kapsamda rivayet kültüründen gelenekçiliğe takılmış Müslümanların ve deistlerin nasıl etkilendiklerine dair gözlemlerimi ve karşılaştırmalarımı ortaya koymak istiyorum. Bunu yaparken özellikle deistlerin peygamberimize atılan iftiralardan etkilenmelerinin başrolde olduğunu ifade etmeliyim. Duydukları ve okudukları peygamberi sevmiyorlar. Onlara göre peygamber oldukça kötü birisi! Şeytanın sahnesinde yaşayan uydurma peygamberi gerçek zannediyorlar. Duydukları ve okudukları dini hükümleri beğenmiyor ve kabul etmiyorlar. Duydukları ve okuduklarının yanında yaşantılarında karşılaştıkları Müslümanların hal, tavır ve inançlarını da dolayısıyla ve dolaysız olarak beğenmiyorlar.

İçlerinde Kuran’a göz gezdirenler ve hatta inceleyenler varsa da Kuran’a bakışları rivayetler çerçevesinde olduğu için kitaptaki gerçek manayı hak ettiği biçimde okuyamıyorlar. Ve dolayısıyla tek bir yaratıcıya inandıklarını söyleseler de ne peygamberlere, ne kitaba, ne gaybi bilgilere, ne de çoğunlukla ölümden sonraki hayata inanmıyorlar. Allah’a atfedilen büyüklük ve vasıflarla Allah’ın yaptığına inanılan işleri de bağdaştıramıyor, yani Kuran’da da geçse bir anlamda Allah’ın öğütlerini ve hükümlerini beğenmiyorlar. Bu sevgisizlik ve beğenmezlik onları dini reddetmeye ve genellikle hayatı dünyadan ibaret görmeye itiyor.
Her ne kadar delil sunsanız da bakışlar rivayetler ve hâlihazır çoğunluğun yaşantısı çerçevesinde olduğu için, ayetlerdeki derinliği görecek kadar derin tahlil yapamıyor, daha doğrusu peşinen reddedici tavırları esaretinde yapmak bile istemiyorlar. Aslında farkına bile varmadan bir Müslümanın bile kabul etmemesi gereken uydurma rivayetlere ve uydurma hadislere Müslümanım diyenlerden daha çok gerçekmiş gibi inanıyorlar. Deistlere yazının sonuna doğru bu hatırlatmalarla tekrar dönmek üzere, şimdi hadislere koşulsuz inandığını iddia edenlerle devam edeyim.
Şirk hepimizin bildiği üzere Allah’a inanmayı ve ondan yardım istemeyi reddetmek değildir. Başka nesne ya da kişileri de O’na, O’nun vasıflarına, O’nun işlerine ortak etmektir. Bilerek ya da bilmeyerek şirk koşanlar Allah’a inanmıyor değildir. “Herşeyi yaratan ve sahibi olan kimdir” diye sorsanız “Elbette Allah” derler.
Toplum içinde şaşkınlık, isteme, dayanma, dua ünlemleri olarak sıkça kullanılan bir tabir var. “Yardım et Ya Rabbi ya Resulallah!!!”  Bu nidada açıkça göründüğü gibi Allah hariç tutulmadan O’nun elçisinden de yardım isteniyor. İstendiği kadar “burada kasıt o değil, bu sadece bir hatırlamadır” dense de, bu ifade dil ile şirk koşma olduğu gerçeğinin önünde değildir. Ne dendiğinin bilinmemesidir ki bu da duanın vasfına aykırıdır. İnsan dua ederken ne dediğini, ne istediğini ve kimden istediğini bilmiyorsa sözlerini açıkça Kuran’daki “ne dediğini bilme” prensibine aykırı ve surata fırlatılası bir dua haline getirir. Bu konuya dikkat edilmesi gerektiği kanaatimi belirttikten sonra, bu ikazımızı sığ bir bakış açısıyla “sen peygamberimizi sevmiyor musun, ne var adını anmışsak”a getiren anlayışa atfen cevap vermek istiyorum.
İnsanları “Allah’a peygamberi ortak etme şirki”ne karşı uyarmak peygamberi sevmemek değildir. Biz de her mümin gibi peygamberimizi çok seviyoruz. Şu an itibarıyla faraza karşımıza çıksa; coşkuyla kucaklaşıp ortak duygulardan doğan hasreti giderdikten sonra, ona anlatacak o kadar çok şeyimiz, onunla günlerce gecelerce sabahlara kadar konuşacak, ondan soracak o kadar çok bahsimiz olurdu ki… Ama eğer sevmediğimiz iddia edilen peygamberden kasıt uydurma rivayetlerdeki peygamberse haklılar. Peygamberimizi bedduacı, katil, ne dediğinden habersiz bir mecnun, şehvet düşkünü bir Arap olarak gösteren sahih(!) rivayetlerdeki kişilik olarak görüyorsalar, evet ben de aynen deistler gibi o uyduruk peygamberi sevmiyorum. Çünkü Kuran’da Allah’ın anlattığı peygamberimle, uydurma hadislerde anlatılan peygamber arasında o kadar derin farklar var ki! İkisini birden aynı kişi olarak kabul etmek peygamberimize atılacak en büyük iftiraları da kabul etmek demektir. Dolayısıyla Allah’ın anlattığı ve vahyettiği peygambere karşı, şeytanın uydurduğu ve fısıldadığı peygamber, insanlara, sadece Allah’a değil peygamberimize de hayali bir peygamberin şirk koşulduğu gerçeğini ortaya koyuyor. Bununla ilgili sayısız örnek verebilecek olmakla beraber yazımda hemen herkesçe bilinen can alıcı birkaç örneği ortaya koyacağım.
Şeytanın uydurduğu peygamber sol elimle yiyemiyorum diyen adama yiyemez ol diye beddua ediyor…
Şeytanın uydurduğu peygamber bir grup insanın toptan ellerini ve ayaklarını kesiyor. Gözlerini oyuyor. Çölde susuz ölüme terk ediyor. Onlara su vermek isteyenleri engelliyor…
Şeytanın uydurduğu peygamber dokuz yaşında bir kızla evleniyor…
Şeytanın uydurduğu peygamber dinini değiştireni öldürüyor…
Şeytanın uydurduğu peygamber bir Yahudi tarafından büyülenip günlerce ne yaptığını bilmez durumda ortalıkta dolaşıyor…
Şeytanın uydurduğu peygamber ressamların en büyük günahkârlar olarak cehenneme atılacağını iddia ediyor…
Şeytanın uydurduğu peygamber zina eden kadınları taşlayarak öldürtüyor…
Şeytanın uydurduğu peygamber Cebrail’den cinsel kudret ilacı istiyor…
Şeytanın uydurduğu peygamber ihramdan çıkar çıkmaz ashabına eşleriyle bir an önce yatmalarını emrediyor…
Şeytanın uydurduğu peygamber Kâbe’yi onarırken beline sardığı peştemali sıcaktan bunalınca çıkartıp omzuna atıyor…
Şeytanın uydurduğu peygamber otuz erkek gücüne sahip ve her aklına geldiğinde nefsinin arzusunu öldürmek için bir hanımıyla yatıyor…
Şeytanın uydurduğu peygamber kaç rekât namaz kıldığını, hatta Kuran ayetlerinden bazılarını unutuyor ve eşi ona hatırlatıyor…
Şeytanın uydurduğu peygamber kendisine zorla ilaç içirdiğinden dolayı eşine kızdığı için evde bulunan herkesin ağzına çocukça bir inatla ilaç döktürüyor…
Şeytanın uydurduğu peygambere Kuran’la beraber bir benzeri de veriliyor…
Şeytanın uydurduğu peygamber, kadınların, kocasının tamamen irin kaplı bir vücudu olsa ve onu yalayıp bitirse de erkeğinin hakkını ödeyemeyeceğini söylüyor…
Şeytanın uydurduğu peygamber kadınların dinen ve aklen eksik olduğunu iddia ediyor…
Şeytanın uydurduğu peygamberin özellikle cinsel içerikli yaptığı öyle tuhaf işler ve daha niceleri var ki… Bunlar en sahih hadis kitaplarında kayıtlı olsa da ben ifade edip, maksadı aşmak ve yanlış anlaşılmak istemiyorum…
Bizim peygamberimizi Allah bize Kuran’da anlatıyor; Rabbimiz ona öyle temiz, öyle aklı başında, öyle çelişkisiz, öyle edepli, öyle güzel şeyler söyletiyor ve yaptırıyor ki rivayetlerdeki hayali peygamberle karşılaştırılamaz bile. Allah’ın Kuran’da anlattığı peygamberle, rivayetlerin anlattığı peygamber arasında dağlar kadar fark var. Bunları dile getirince peygamberi dinden kesip atmakla itham ediliyoruz. Kuran’ı rehber edinen mümin peygamberimizi hiç de gereksiz bulmaz ve onu Kuran’a itibar etmeyenlerden daha iyi tanır ve anlar. Her türlü rivayete itibar edenler ki bunlara deistler de dâhildir, peygamberi ravilerin anlattığı gibi tanır. Gerçek müminse peygamberlerini Allah’ın anlattığı gibi tanır.
Sahih olduğu belirtilen ama açık şirk veya çirkinlik içeren bir hadise rastladıklarında deistler onları daha da hevesle doğru kabul ediyorlar. İşte bu yüzden din yoktur, böyle birisi peygamber olabilir mi diye alıp vuruyorlar. Gelenekçilerin ise ılımlıları bazen genellikle o hadis uydurmadır diye kabul edebiliyorlar. Ama bu durumun kendi akıllarının seçimi olduğunu fark edemeyip, sıra Kuran’a gelince akıllarına güvenemiyorlar. Kuran’ı akılla anlayamayız ama hadisi akılla anlayabiliyoruz öyle mi? Hiç çelişki yok mu burada? İkisi de arapçadan çeviri olduğu halde! Kendi aklına Kuran’ı okurken güvenmemek, hadisi okurken veya dinlerken güvenmek!!! Bu ne yaman çelişki! Sonra klasik savunma biçimi devreye giriyor ve diyorlar ki bu kadar gelmiş geçmiş atalar, âlimler yanılmış olamaz! Yani âlimlerin aklına koşulsuz bir güven var. E biz de Allah’ın sözlerine güveniyoruz. Hangimizin güvendiği daha güvenilir? Hangimizin dayanağı daha sağlam? Yüzlerce gelmiş geçmiş âlim mi? Bir olan Allah mı?
Hadi biz ayetleri yanlış okuyor yanlış anlıyoruz!!! Olabilir de… Aklımızı putlaştıralım demiyorum. Ama aklıma güvenmiyorum diyorsan, hadiste anlatılana hangi akılla güveniyorsun? Allah Kuran’da oku, düşün, kolaylaştırdım, anlamaya çalış, ibret al diyor. Onun emrini yapıyoruz işte. Yanlış da yapsak Allah’ın emrini yerine getirmeye çaılışırken işlediğimiz kendi kabahatimizdir. Ya rivayetleri koşulsuz kabul edenler kimin emrini yapıyorlar? Bunlara uyacağımıza dair bir işaret var mı Kuran’da?
Sonra tekrar bir fısıltıyı savuruyorlar. Madem rivayetlere itibar etmiyorsun, Kuran’ın nasıl toplandığından haberin var mı senin, ona neden inanıyorsun!!! Bilmiyorlar ki Kuran’ın toplanmasına ve tasnifine dair sorusunu Kuran’ı rehber edinenler kendilerine çoktaaan sormuşlardır. Kuran’a ikna olarak inanmanın ne demek olduğunu bilmeyenler, kendilerinin ikna olmadan inandıklarını, gerçekte inanmamış olduklarını bu şekilde ortaya koyuyorlar da farkına bile varmıyorlar.
Bu sözleri (Kuran’ı) Allah’tan başkasının yazamayacağına, bu kadar makul ve mantıklı şeyleri bir insanın, hele ki 1400 küsur sene önce bilemeyeceğine dair ikna olunmak gerçeğini görebilme sorgusunu ve analizini “imanda şüphe” zannediyorlar. Üstelik “sadece akıl” demiyor, “sadece Kuran” diyoruz. Biz ne ravilerin aklına, ne kendi aklımıza fütursuzca (tehlikeyi önemsemeden) güvendik. Biz Allah’ın aklına güvendik, sadece onun ilmine teslim olduk. Bize okurken aklet dedi, aklını kullan dedi yüzlerce defa. O’nun dediğini yaptık. Akletmeye gayret ettik. Gördük ki bu Kuran boş ve uydurulacak bir söz değildir, âlemlerin Rabbinden indirmedir. Anlayamadığımız bir ayete, anlayamadığımız bir kitaba sırf birileri inanmış diye inanmadık. Sorguladık, düşündük, aklettik, Allah’ın lütfuyla anlamaya başladık, ikna olduk ve öyle inandık. İkna olmasak reddederdik, bilmeden inandım diyerek riyaya düşmedik. Biz o köprüyü geçtik Allah’ın izniyle. Halen kendimizce çözemediğimiz ayetler bile olsa reddedemeyeceğimiz kadar Kuran’ı anlamış olma mutmainliği ile anlayamadıklarımız için ortak akıldan ve bilimden faydalanabilecek seviyeye ulaştık. Ve öğrendiklerimizi okur yazar olmayana, amaya, sağıra, her türlü engelliye ve hatta kalpleri örtülü olanlara ulaştırma çabasındayız. Oturup yüzbin selavat tesbih çekip vakit kaybetmiyor, Kuran’ı hayatımızın merkezine alıp yaşıyor, ezberlemiyor öğreniyor, onu daha iyi anlamak ve anlatmak için çalışıp didiniyoruz.
Üstelik kendi aklına bile hak ettiği kadar güvenmeyen kişi, bir başka beşerin aklına nasıl güvenir!!! Ne kadar çok olurlarsa olsunlar başka beşerin aklına değil, aklı yaratan Allah’ın aklına esir olduk. Boş hikâyelere teslim olmadık. Allah’a teslim olduk, Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği Ebu Hüreyre’lere değil. Ama onları da okuduk, hatta birçoklarının okumadığı kadar. Ve gördük ki rivayetlerin birçoğundaki peygamber tarifi Kuran’daki peygamber tarifine uymuyor. Müşrikler İsra suresinde peygambere nasıl inanma şartı koyuyorlarsa bugün Kuran’dan çok rivayetlere tabi olanlar o şartları gerçekleşmiş kabul ederek peygambere inanıyorlar. Müşrikler peygambere yedi kat göğe çıkmazsan sana iman etmeyiz derken, bugün “ben Müslümanım” diyenlerin çoğu onun yedi kat göğe çıktığına inanarak iman ediyorlar. Peygambere inanmak bu mu?
Bana hiç kızmayın. Anlayamadığınızı söylediğiniz kitaba nasıl olur da inanırsınız!!! Kendi ağzınızla anlamadığınızı söylediğiniz anda itiraf ediyorsunuz ki gerçekten inanmış değilsiniz… Azıcık düşünün… Anlamadım ama inandım öyle mi!!! İmanın şartı olarak saydığınız bir kitabı anlamadığınızı söylediğinizde bu iman şartını nasıl yerine getirmiş oluyorsunuz? Ebu Hüreyre anlamış ve iman etmişse siz de onun rivayetlerine bakarak anlamış ve iman etmiş olduğunuzu nasıl iddia edebilirsiniz!
Cevap: İkna olarak. İkna oldunuz mu Ebu Hüreyre’den? Eğer olduysanız sizin iman ettiğiniz elçi kim!!! Ebu Hüreyre, İbni Abbas, Seleme… Buhari, Ebu Müslim, Tırmızi…  Celalettin, Said, Mahmut ve daha yüzlercesi!!! Bizse Kuran’ın indirildiği tek elçiye inanıyor ve itaat ediyoruz. Dolayısıyla ona indirilene itaat ediyoruz. Ya rivayete tabi olanlar? Kuran’la beraber mesneviye, saadeti ebediyyeye, risaleinurlara, küttübi siteye, içtihatlara, ilmihallere, tarihi siyerlere ve yüzlercesine tabi olanlar… Siz bütün bunları okuyup ikna oldunuz mu? Biz üşenmedik okuduk, kiminizden de çok onları da okuyoruz ve ikna olamıyoruz. Onlara ikna olmamızı sadece aklımız değil, esasen Kuran engelliyor. Hala da uyanmak ve uyarmak için okuyoruz ve artık şirkleri apaçık görüyoruz oralarda. Biz sadece Kuran’dan ikna olduk. Okumadıklarımıza, anlamadıklarımıza, okuyup da ikna olmadıklarımıza iman etmedik biz.
Müslümanlar birbirini elbette dinler ve ufkunu açmaya çalışır. Ama Kuran ayetlerini hiçbir şeytana sormaz. Anlamak için Allah’a arz eder. İlim dileriz, okuruz ve anlamaya gayret ederiz. Biliriz ki Allah Kamer suresinde dört defa yemin etmiştir, ben bu Kuran’ı anlaşılması için kolaylaştırdım diye ve meydan okumuştur, haydi var mı düşünüp ibret alan diye. Biz okur, anlamaya çalışırız. Allah ilmi verir vermez, örtümüzü kaldırır kaldırmaz, birilerini vesile eder etmez, tevafukları, kazaları, yağmuru, nefesimizi vesile eder etmez, kâinatı ve hayatımızı vesile eder etmez, seni vesile eder etmez, Allah’ın dileyeceği iştir. Biz de hak etmemişsek Kuran’ı anlayamayız böylece. Hak etmemişsek uzaktan bir şeyler söyleniyor da anlamıyoruz gibi gelir bize de.
Hak etmemişsek ve anlamadığımızı öne sürüp Kuran’dan yüz çeviriyorsak Allah bizi saptırır ve bize bir şeytan musallat eder, biz de kendimizi hala doğru yolda sanırız. Biz saparız ama bizi saptıran kendi aptallığımız olur. Ama eğer bulursak doğruyu, şu durumda bu sadece Allah’ın dilemesiyle ve Kuran’ladır. Ne cübbelisi ne de cüppesizi, ne Ebu Hüreyre’si ne de Seleme’si ile değil. Onlar bizim velimiz olamazlar. Allah’ın izniyle hiçbir fikrimizi de yerle bir edemezler. Tam aksine şu kadarcık, şu aciz ilmimizle bile onlar yerle bir olurlar. Elimizdeki Kuran onların bütün oyunları apaçık yutar. Onlar sadece onlara uyanları sahte vaatleriyle kandırabilirler.
Bu yolda yürüyorsak enaniyet de, kibir de bizden uzak olsun. Ama Allah’ın yolunda yürürken tağutun, yalanın ve iftiranın karşısında yere de başımızı eğip yürümeyiz. Dik durur, karşısında kıyam ederiz. Mutedillik imandandır, kitaptandır. Ne çok… ne az… Hiçbir aşırılık benimsenmez. Bütün övgüleri Allah’a yöneltiriz, halimizi ise Allah’ın önündeki kıyamımızla O’nun sözleriyle O’na anlatır, sadece Allah’ın büyüklüğünü görüp şükrederek rükû eder, sadece Allah’a secde eder, sadece O’na yalvarırız.
İşte bu uydurma rivayetlere sadece dindar olduğunu söyleyenler değil bugün kendilerini deist olarak niteleyenler bile inanıyorlar. Oradaki, o uydurmalardaki peygamberi sevemedikleri için dini reddediyorlar. Şaşılacak bir şeydir ki görüştüğüm deistler bana Yaratıcıyı kabul ettiklerini ama dini kabul etmediklerini söyledikten sonra getirmeye çalıştıkları delilleri çoğunlukla uydurma hadis ve rivayetlerden gösteriyorlar. Gördüm ki kendilerine deist diyen bu kişiler yukarıda şeytanın uydurduğunu tanımladığımız peygamber rivayetlerini ve birçoklarını baştan doğru kabul ediyorlar. Ne büyük bir akıl tutulması! Hem dini reddedip hem din adına uydurulmuş hikayelere ona inananlardan daha çok inanacaksınız!!! Bir şeye kızıp bir başka şeyi reddedeceksiniz!!! İnsanların uydurduğu dinin yanlışlığını görüp Allah’ın dosdoğru dinini rededeceksiniz!!! Bunlar uydurmadır deseniz de onlar için genellikle fark etmiyor… Kuran’da var diyerek aynen diğerleri gibi rivayet kültürüyle ayete baktıklarını ve bu örtüleri ile anlayamadıklarını görüyorsunuz… Yine de sevdiğimiz insanlar için, olur olmaz cümleler kullanmadıkları sürece umutla didinmeye devam etmemiz gerekir diye düşünüyorum.
Dolayısıyla rivayetlere koşulsuz inanan Müslüman, ne deistlerin ne de ateistlerin sorgularına onları değil kendilerini bile mutmain edecek cevapları kolay kolay veremez. Çünkü baştan kabul ettikleri rivayetlere onlar da inanmaktadır. İnanma metalarının, reddetme metaları ile aynı olduğu bir ortamda kimse kimseye pek bir şey veremez. Ancak biliyorsanız, yanlışları ve gerçekleri dosdoğru ortaya koyabilirsiniz. İster inansınlar ister inanmasınlar! Bu önce size lazım, sizin kalbinize lazım, deiste değil… İlmi de imanı da Allah verir, siz veremezsiniz. Eğer ayetleri anlamadığınızı ve aklınızla anlayamayacağınızı iddia ediyorsanız, deistin yanlış yolda olduğunu nereden bileceksiniz, kendinizin doğru yolda olduğunuzu nasıl iddia edeceksiniz!!!

Kalemzade Kamil

1 Ekim 2013 Salı

::

Sevdiği kıza kavuşamadığı için çekip gitmek isteyen gence, bilge sorar:

- Mecnun Leyla’sından vazgeçti mi?

Hayır.

- Kerem ateşten kaçtı mı?

Hayır.

- Ferhat dağları delmekten korktu mu?

Hayır.

- Ya Kocadağlı Ahmet?

Bir süre susup düşündükten sonra genç;

O'nu hiç duymadım ki efendim, deyince Bilge:

- "Tabi duymazsın, o vazgeçti.."

arz ederiz



"oysa sen;
ne cenneti isteyecek kadar aşık oldun.
ne de cehennemi isteyebilecek kadar ayrılık.
seviyorum seni ama dedin,
hoşçakal diye ekledin.
ben ayrılığın dilsiz olduğunu senden öğrendim."

| şiir şairden güzeldir, arz ederiz.

AŞK



                                       Nefsin elinden kaçarken yırtılmaktır AŞK…
                        
                                       Ve tadını en iyi Yusuf’un gömleği bilir….

Mevlana Hz.




Gönülde şimdi gam var.. Ey Neşe ! Şimdi gelme, Misafir üstüne misafir olmaz... Hz. Mevlana


...

"Gâfil insanların gözlerini kamaştırarak çoğu kere kulu dalâlete düşüren dünyanın para, pul, şan, şöhret ve şehvetleri, selîm bir kalbe sahip olanlar için aslâ bir kıymet ifâde etmez. Evliyâullâh ve sâlih mü'minler, dâimâ Hakk'ın rızâsını gözetirler ve istikâmetlerinden zerre kadar ayrılmazlar. Onlar dünyanın aldatmacalarına karşı dâimî bir uyanıklık hâlindedirler."

Osman Nuri Topbaş Hocaefendi

::

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-'nın anlattığına göre Ensâr'dan ken-disini ziyârete gelen bir kadın, Rasûlullâh'ın yatağının katlanmış bir şilteden ibâret olduğunu görünce, koşarak evine gidip içi yün dolu bir yatak getirmişti. Yatağının değiştiğini gören Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bundan hoşlanmadığını belirterek Hazret-i Âişe'ye:
“–Yâ Âişe! O yatağı geri ver. Allâh'a yemîn ederim ki, şâyet isteseydim Allâh altın ve gümüşten dağları benimle yürütür, emrime verirdi.” buyurmuştur. (Ahmed bin Hanbel, Kitâbü'z-Zühd, s. 30)

Osman Nuri Topbaş Hocaefendi

Bir Söz..

- Belki bir duâ, çokça duâ
Kalpten bir duâ her şeyi değiştirir. . .

✿⊱╮

Bir Söz..

❝ İman çıplaktır.
Elbisesi takva, süsü hayâdır,
Sermayesi fıkıh,
Meyvesi ise âmeldir. . ❞

✿⊱╮

Bir Söz..

- Sabredin sabredin.
Kapılar açılmaya kapandı, açılacak. . .

✿⊱╮

Tarık Tufan

Bakara 146-147. Ayetlerden Alacağımız Dersler…


Değerli din kardeşlerim. Kur’an ın her ayeti, bizlere öyle güzel dersler veriyor ki, biraz düşünen, hurafeden uzak kalan, tüm gerçeklerin farkında olacaktır.  Yaradan da zaten ne diyordu Kur’an ayetleri için?

Casiye 
20: [İşte] bu [vahiy,] insanlık için bir kavrayış aracıdır; tereddütsüz bir inanca ve emniyete ulaşanlar için de bir rahmet ve hidayettir.

Rabbimiz Kur’an ayetlerinin bizleri, nasıl gerçeklere götüreceğini ve bizleri nurlu ışıkla buluşturacağını, ne kadar güzel anlatıyor. Demek ki Kur’an ı anlayabilmek için, önce onunla bizzat buluşmalıyız ki, tüm gerçeklerin farkında olabilelim. Bir başka deyişle Kur’an ı doğru anlayabilmek için, önce Kur’an ın gözlüğünü takmalıyız, yani anlayarak, düşünerek okumalıyız. Başkasının gözlüğüyle Kur’an a bakan, onların sözleriyle ayetleri anlamaya çalışan, asla gerçekleri göremeyecektir.
Yazdığım yazılarımın genel konusu, hurafeden ve sanıdan uzak, Kur’an ile bizzat bizlerin buluşmamız, üzerinde düşünerek iman etmemiz adınadır. Çünkü Yaradan bizleri açıkça Kur’an dan sorumlu tuttuğunu ve en emin bilgininde Kur’an olduğunun, hükmünü vermiştir.
Bu yazımın da özünde yine bu konu var. Sizlere bakara suresi 146 ve 147. ayetleri hatırlatmak istiyorum. Bakalım Rabbimiz bu ayetlerinde, bizleri nereye yönlendiriyor ve dikkatimizi nasıl çekiyor onu anlayalım.
Bakara 
146: Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (peygamberi), çocuklarını tanır gibi tanırlar. Buna rağmen içlerinden bir bölümü, bildikleri halde gerçeği gizlerler.
147: GERÇEK OLAN, RABBİNDEN GELENDİR. O halde kuşkulananlardan olma.

Şükürler olsun ki Yaradan, bizleri o kadar güzel açık bir şekilde uyarıyor ki, anlamadım demek hiç mümkün değil. Bakara 146. ayette çok dikkat çekici bir konuya değiniyor Allah ve diyor ki, gönderdiğim elçinin benim tarafımdan gönderildiğini, kendi evlatlarını bildikleri gibi bildikleri halde, gerçeği gizlerler diyor.
Gelin bu sözleri anlamaya çalışalım şimdide. Tevrat ı okuyanlar bilir, Musa peygamberimizden sonra elçi olarak, bir Mesih geleceğinden bahseder. Bildiğiniz gibi Hz. İsa Kur’an da da Mesih ismiyle geçer. Ama Yahudiler, babasız olduğundan kendilerinden kabul edemedikleri Hz. İsa’yı kabullenmediler. Yani Hz. İsa’ nın geleceği, Tevrat ta yazılıdır.
Bugünkü İncil de, Hz. İsa dan sonra, Ahmet isminde bir peygamberin geleceği de yazar. Buradan da anlıyoruz ki, Allah göndereceği elçileri, bir önceki gönderdiği kitaplarda haberini vermiştir ki, toplum aldatılmasın kandırılmasın. Tabi işlerini kolaylaştırmak ve bizlerin şüpheye düşmemizi engellemek için. Peygamberimizi kabul etmekte zorlanmalarının nedeni, peygamberimiz ehli kitaptan yani kendileri içinden olmayıp, ümmi toplumdan olmasıdır. Ümmi konusu da topluma yanlış anlatılmıştır, konuyu dağıtmamak için buna girmiyorum.
Demek ki Allah bizleri uyarmak ve doğruya ulaştırmak adına, her konuda gönderdiği kitaplarda bahsetmiş, elçileri hakkında bile gelmeden bilgisini vermiştir.
Peki, bakara suresi 147. ayetten nasıl bir ders çıkarmalıyız, işte bu kısmı da çok önemli. Bakın Yaradan nasıl dikkatimizi çekiyor ve ne diyor, tekrar hatırlayalım.
(GERÇEK OLAN, RABBİNDEN GELENDİR.)
Ne dersiniz dostlar, açıklamaya, izah etmeye gerek var mı? Allah gerçek hak olanın, Allah katından bizlere indirilen olduğunu birçok ayetinde söylediği halde, bizler hala neler söylüyoruz hatırlayınız. Yalnız Kur’an ile iman olmaz, her şey Kur’an da yazmaz, peygamberimiz bir o kadar da dinde hüküm koymuştur diyerek, nasıl bir yanılgının içinde olduğumuzun hala farkında değiliz.
Kur’an da hiç bahsedilmediği halde, bugün günümüzde kurtarıcı olarak beklediğimiz, mehdileri ve Mesihleri nasıl açıklayabiliriz? Allah ben gönderdiğim elçilerimin bile bilgisini, kitaplarımda sizlere anlattım dediği halde, bizler neler söylüyor ve nelere inanıyoruz.
Allah Rabbinden sizlere gelenden, sakın kuşkulananlardan olmayın diyor. Bu sözüyle Rabbimiz, size gönderdiğim elçim haktır ve sarılacağınız, iman edeceğiniz, ardı sıra gideceğiniz tüm bilgiler Rabbimizden bizlere ulaşan Kur’an da vardır diye açıklık getiriyor. Ama bizler ne yazık ki yalnız Kur an ile iman olmaz diyerek, Kur An ın yanında ona eş, dine hüküm koyan bilgiler için, bunlarda haktır demiyor muyuz?
Mehdi konusu özellikle günümüzde, çok gündeme getiriliyor. Bu konu İslam toplumunu oyalamak, avutmak ve perde arkasından yönetebilmek için, Yahudiler tarafından uydurulan büyük bir aldatmacadır. Lütfen bu konuyu dikkatle izleyiniz, arkasında Yahudi fitnesini göreceksiniz.
Allah ın birçok ayetini görmezden gelenlere, üstünü örtenlere, bakın Rabbimiz ne diyor.
Zühruf 
36: Kim Rahman’ın Zikri’ni görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa, biz ona bir şeytanı musallat ederiz de o ona can yoldaşı olur.

Allah ın apaçık ayetlerini görmezden gelirsek, sonucuna katlanacağımızı da bilmeliyiz. Bunu yaparak şeytanı dost edindiğimiz gerçeği, hiç unutulmamalıdır. Kurtuluşa ermek isteyene Allah, bunun reçetesini de açıkça bizlere aşağıdaki ayetinde bildirmiş ve bizlere hatırlatmıştır. Tabi gözler perdeli, gönüller mühürlü değilse.
Bakara 
5. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.

Bunca açık uyarılardan da ders alamadıysak ve hala Kur’an imanımız adına yeterli bilgileri, detayları vermez diyorsak, ne söyleyebilirim. Allah kurtuluşa erecek kullarının, yalnız benim gönderdiğim Kur’an üzerinde olanlardır diyor. Ya bizler neler söylüyoruz?
Allah bizlerin yalnız Kur’an dan sorumlu olduğumuzu, yüzlerce kez söyleyip, birçok örneklerle izah ettiği halde,  inandıkları Kur’an ın onayından geçmeyen rivayetleri korumak, kollamak ve temize çıkarmak adına, birçok ayeti görmezden gelenlere bir ayet daha hatırlatmak istiyorum.
Enbiya 
10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?
Ne dersiniz hala Kur’an bizlere yetmez, rivayet hadisler olmasaydı, Kur’an anlaşılamaz ve kapalı kalırdı diyerek, Kur’an a yapılan o büyük saygısızlıktan, hala vazgeçmeyecek miyiz?
Gönül gözlerimizin açık olmasını istiyorsak, Kur’an ayetlerini anlamadan değil, anlayarak bolca okuyalım ve üzerinde düşünelim. Bakın o zaman imanımızın, inancımızın bizlere, çok daha huzur verdiğini nasıl fark edeceksiniz.

Kaynak: www.diniyazilar.co
m